Ferhantoloji

Ferhan Şensoy, tiyatromuzun son yarım yüzyılda yetiştirdiği birkaç sivri dilli, muhalif, yazdığı okunan, sahnelediği seyredilen sanatkârlardandı. Heyecanlı, hareketli, yüksek tansiyonlu, özenilecek, serüven dolu hayat sürdü. Geride çok sayıda eser, anı ve dost bıraktı.

Ferhantoloji

Ferhan Şensoy, aydın sorumluluğuna inanırdı. ‘Türkiye’yi aydınlığa çıkarma görevimiz var,’ cümlesini tekrarlardı. ‘Orta yolcu’ değildi. Sanatında da, günlük yaşamında da tavrını sürdürdü. Sanatçının muhalifliğini savunurdu. Oto sansürü sevmezdi. ‘Sahnede kullandığı dilin kemiği yoktu!’ Dönemin politikacıları hisselerine düşeni alırdı. Süleyman Demirel’e, Deniz Baykal’a, Turgut Özal’a demediğini bırakmazdı. Ama hiçbirisi kırılmazdı, alınmazdı. Soluğu mahkeme(ler)de almazdı. Hemen hepsi tiyatroya gelip oyunlarını izlerdi. Yüzleri asılmazdı, aksine gülerlerdi. Erdal İnönü kimseye haber vermezdi. Biletini gizlice alır ve eseri seyrederdi.

Şensoy, ülkemizde politik tiyatro yapan cesur birkaç isim arasındaydı. Tiyatrosunu kendi imkânıyla ayakta tutmaya çalışırdı. Ona göre devletin sanata, özelde tiyatro verdiği destek her dönemde yetersizdi. Temaşa sanatına gönül vermese, yazarlığı asıl meslek seçerdi.

- Babası Tiyatrocu Olmasını İstemedi… -

(Osman) Ferhan Şensoy, 26 Şubat 1951’de, Samsun’un Çarşamba ilçesinde doğdu. Annesi Müjgan Hanım ilkokul öğretmeniydi. Babası Yusuf Cemil Bey, ilçenin seçilmiş belediye başkanıydı. Aslen ticaret erbabıydı. Ragibe isimli kızı, Ahmet adlı erkek çocuğu daha vardı. Küçük Ferhan, Ahmet’in ağabeyi, Ragibe’nin küçüğüydü. 

Aile, kendilerini ait ‘Ferhan Apartmanı’nda otururdu. Giriş katında aynı ismi taşıyan bir sinema salonu mevcuttu. Evin çamaşırlığından sinema salonuna özel geçitle ulaşılırdı. Özel locada vizyona giren bütün filmler seyredilirdi. Küçük Ferhan, her okul dönüşünden sonra sinemaya giderdi. Bir röportajında, ‘Çocukken çok film seyrettim,’ diyecekti. Aile, üzerine titredikleri Ferhan’ın sinemaya ilgisini hemen fark etti. Ses çıkarmadılar fakat ileriye dönük tedbir almaları gerekebileceğini de gördüler. Baba Yusuf Cemil Bey, oğlunun meslek seçiminde ağırlığını koymaya çalışacaktı. Sanat yapmasını istemeyecekti. ‘Hayatını rahat kazanabileceği ‘altın bilezik’e sahip olmalıydı. Sanat faaliyeti hobi kabul edebilirdi!’ 

‘Babam tiyatro yapmamı istemiyordu,’ diyecekti. ‘Sürüneceğimi düşünüyordu!’ Ama oğlunu uzaktan da olsa izledi. ‘Şahları da Vururlar’ı seyretmeye geldi. Yanına sevgili hayat arkadaşını da almıştı. Çok heyecanlıydı. Nabzı zirve yaptı. Sahneye çıkınca babasına baktı. Hiç gülümsemediğini gördü. Rolü bittiğinde, gülmekten kırıldığını fark etti. Gurur duyduğunu yüzüne karşı söyle(ye)medi. Fakat Ferhan, yakın çevresinden babasının ilgisini ve övgüsünü hep işite geldi: ‘Ferhan, büyük işler başardı. Tahmin edemediğim derecede yükseldi. Toplum tarafından sevildi. Kendisini her zaman takdir ediyorum ve gurur duyuyorum!’

- Beyoğlu ve Galatasaray Lisesi Bakış Açısını Değiştirdi… -

Ferhan Şensoy, 1957’de, Samsun Osman Paşa İlkokulu’na başladı. Galatasaray Lisesi’nin orta kısmına 1961’de girdi. Lise son sınıfı kadar okudu. 1970’de, Çarşamba’ya dönüp eğitimini tamamladı.

Galatasaray Lisesi, genç Ferhan’ın hayallerini zenginleştirdi. Dünyaya bakışını değiştirdi. Sanatla özellikle de edebiyat ve tiyatroyla ilgilenmesini sağladı. Edebiyata şiirle başladı. Zamanın önemli dergileri Soyut ve Yeni Ufuklar da eserlerini yayınladı. Okulda çok seçkin öğretmenler görevliydi. Edebiyat öğretmeni Tahir Alangu, ünlü yazar ve edebiyat tarihçisiydi. Sınıfa ilk girişinde, cebinden kitap çıkardı. ‘Bütün kitaplarınızı kaldırınız. Dersimiz edebiyat! Sait Faik okuyacağız,’ diye çok reformist tavır gösterdi. Alangu, ‘insan sarrafı’ydı. Her öğrencisini yakından tanımaya, kabiliyetini bilmeye, gelişmesine yardım etmeye çalışırdı. Hatta dersinde, parmağını kaldırıp bazı öğrencileri işaret etti: ‘Sizler,’ dedi. ‘Gelecekte büyük isimler olacaksınız!’ Sınıfa tanıttığı isimler: Selim İleri, Nedim Gürsel, Mahir Şaul, Engin Ardıç ve Ferhan Şensoy’du. Sonraki yıllarda çok sayıda başarılı kalem sahibini daha meydana çıkaracaktı.

Fransa Cumhurbaşkanı General Charles De Gaulle, 1968’de, Türkiye’ye resmi ziyarette bulundu. Programında İstanbul turu ve Galatasaray Lisesi de vardı. De Gaulle, okulun bahçesinde toplanan öğrencilere konuşma yapmaya başladı. Şensoy, bilinç altının da kışkırtmasıyla ‘….ne De Gaulle!’ diye söylenmeye koyuldu. Yanındaki 2 arkadaşı da tepkisine destek verdi. Üçlü koronun etkisi hemen görüldü. Slogan ön sıralara kadar bulaştı. - Olayın ayrıntıları anılarında mevcuttu! -

Şensoy, hafta sonu tatilinde Yüksek Kaldırım’da konuşlanan şapkacılara koştu. ‘Lazımlık’ biçimindeki şapkanın benzerini yaptırdı. Sonra da sınıf içindeki parodilerinde kullandı.

- İlk Döneminde Samuel Beckett’in Etkisinde Kaldı… -

Şensoy, Galatasaray yıllarında tiyatrocu kişiliğinin ipuçlarını veriyordu. Arkadaşlarına taklitler yapıyor, eğitim almışçasına ‘meddah’ı canlandırıyordu. Skeçler ve oyunlar yazdı. Daha sonra bazılarını - Devekuşu Kabare için! - elden geçirdi, geliştirdi ve sahnelenmesini sağladı. Samuel Beckett’in ‘Godot’yu Beklerken’ oyunundan çok etkilendi. Kendi ifadesine göre, ‘Okuduktan ve oyunu seyrettikten sonra çarpılmıştı!’ Güle Güle Godot'yu yazdı. Bitirince de, Tiyatro Kolu Başkanı - Ferhan’dan bir üst sınıftaydı! - Mahmut Güner’e verdi. Güner, bir süre sonra çalışmasını getirdi. Çok beğenmişti. Tiyatro tekniğine uygundu, dili çok seçkindi. Tek kusuru: ‘Marksist imgelerle doluydu, ‘komünizm propogandası’ yapıyordu!’ Tembihte/öneride bulundu: ‘Sakın kimseye gösterme!’ 

Ferhan Şensoy, ilk oyununu ‘Godot Go Home’ adı ile Fransızca’ya çevirdi. İlk göz ağrısı, yıllar geçince, Orta Oyuncuları’nın repertuvarında yer aldı. Kitap olarak da yayınlandı.

1971’de, ‘Je M’en Fous Bilader’ - Umurumda Değil Bilader! - adlı yarı Fransızca yarı Türkçe oyun yazdı. Liseden arkadaşlarıyla kurduğu, ‘Galatasaray Oyuncuları’ adlı toplulukla provalara girişti. Haldun Taner’in yardımlarını gördü. Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun salonunu kullandılar. Ama seyirciye sunamadılar. 12 Mart Muhtırası verilmişti ve sıkıyönetim ilan edilmişti. Her tür toplantı askeri makamların iznine bağlıydı. Tiyatronun kapıları kilitlendi. Oyunu, Devekuşu Kabare oyuncuları, Haldun Taner, Vedat Günyol, Altan Erbulak, Hüseyin Kutman gibi tanıdıklardan oluşan gruba sunabildiler. Aynı eser, aynı yılın yaz aylarında 2. kez sahne alabildi. Galatasaray Adası’nda Galatasaraylılara oynandı.

- 12 Mart Faşizmine Karşı Tiyatro Yaparak Direndi… -

12 Mart sürecinde ilginç ve farklı yöntem izledi. Sokak tiyatrosu yapacaktı. Kendi ifadesine göre, ‘DEV GENÇ üyesi’ydi. Dönemin moda giysisi ‘parka’yı sırtından çıkarmazdı. Mehmet Ulusoy ile ‘İşçi Köylü Tiyatrosu’ adlı ikili oluşturdu. Kendisini ‘sanat gerillası’ olarak tanımlıyordu. Oyun mahalli gizli tutuluyordu. Önceden belirlenmiş yere ayrı ayrı gelip hemen gösteriye başlıyorlardı. Kıyafetlerini yanlarındaki bavulda taşıyorlardı. Temsil kısa süreliydi. Daha ziyade politik bilinçlendirme/eleştiri ağırlıklıydı. Biter bitmez hemen bavul toplanıyor, kıyafetler değiştiriliyor ve kalabalığa karışılıyordu. Çok geçmeden de sokak sahnesi toplum polislerince basılıyordu. Ama faillerin yerinde yeller esiyordu. 

Şensoy’un anlatımına göre, sokak tiyatrosunun dramaturgları arasında Mahir Kaynak da bulunuyordu.

Şensoy, babasının baskısıyla Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Mimarlık Bölümü’ne kaydoldu. Okula Sol görüş hâkimdi. Bütün erkek öğrenciler parka giyerdi. ‘Siyasallaşmış öğrenci kitlesi vardı!’ O günlerde, Avrupa Konseyi’nin kompozisyon yarışması düzenlediğini öğrendi. Bir yazı ile katıldı. Strasbourg’a davet edildi. Çağrıya icabet etti. Otele yerleşti, şehri dolaşmaya başladı. Strasbourg Devlet Tiyatrosu da durakları arasındaydı. ‘Konservatuvara Öğrenci Alınacak!’ duyurusuyla karşılaştı. Hemen müracaat edip kaydını yaptırdı. Sınav günü gelince belirtilen adrese gitti. Sıranın kendisine gelmesini bekledi. Adayların isimleri okundu. Kalabalık birer birer eksildi. Yalnız başına kaldı. Adının duyurulmasını bekledi. Kapıda bir kişi beliriyor, ‘Fernand Sansuva!’ diye bağırıyordu. Ama ismi tekrarlanan kişi ortaya çıkmıyordu. Jüri işinin bittiğine inandı, gitmeye hazırlandı. Ferhan daha fazla sabredemedi. Önlerine dikildi. ‘Beni niye çağırmadınız,’ diye merakla sordu. Aldığı cevap tam bir gülmeceydi: ‘Fernand Sansuva’, Ferhan Şensoy’dan başkası değildi! Sınavda ‘De Gaulle’ oyunundan bölümler sahneledi. Giriş imtihanını kazandı.

- Ünlü Komedyen Jerôme Savary’nin Asistanlığını Yaptı… -

Yurt dışına çağdaş tiyatroyu öğrenmek için çıktı. Türkiye’ye döndüğünde, edindiği tecrübeleri aktarmayı düşünüyordu. ‘Asıl tiyatro okulum ‘Magic Circus’ oldu,’ diyecekti. Magic Circus, uluslar arası bir müzikal tiyatroydu. Şensoy, kurumun kurucusu komedyen Jerôme Savary’nin asistanıydı. Savary’nin deneyimlerinden yararlandı.

1974’de, Kanada’da Montreal şehrindeydi. Theatre Patriote’de, Ce Fou De Gogol - Şu Gogol Delisi! - adlı Fransızca yazdığı oyunu sahneledi. Eseri, ‘En İyi Yabancı Oyun Yazarı’ ödülünü kazandırdı. Yine aynı şehirde, Theatre de Quatre-Sous’da, Harem Qui Rit - Gülen Harem! - adlı Fransızca müzikalini yönetti, oyunculuk da yaptı. 

Kanada’da ünlü oyuncu Monique Mercure ile hızlı/ateşli aşk yaşadı. Bayan Mercure, yakışıklı Şensoy’a kalbini verdi ve delicesine bağlandı. Kanada vatandaşı ünlü tiyatrocu zengin, başarılı ve etkin çevre sahibiydi. Şensoy, son derece mütevazı imkânlara sahipti. Kendi yağıyla kavrulurdu. Bazen Bayan Mercure’nin desteğini kabul etmek zorunda kalırdı. - Ce Fou De Gogol - Şu Gogol Delisi! - adlı oyununu sahneye koyarken Mercure’nin yardımını gördü! - Güzel yıldız, flörtünü çok kıskanırdı. Bir davete beraberce katıldılar. Ferhan, bir kadınla derin lâflamaya daldı. Mercure, sohbet edenlerin yanına geldi. Muhabbete kulak misafiri oldu. Sonra araya girip dedi ki: ‘Üzerindekilerin hepsini ben aldım!’ Ferhan şaşırdı. Kendini tutamadı. Tokat atmak zorunda kaldı. Sonra bütün giysilerini çıkardı. Salondan iç çamaşırlarıyla ayrıldı.

İlk aşkı, Galatasaray Lisesi’nde Fransızca öğretmenliği yapan Madam Somerville’ydi. İkili, yatakhanede Okul Müdürü tarafından yakalandı. Ama konunun üzerine şal örtüldü. Şensoy, ‘Kalemimin Sapını Gülle Donattım’ adlı kitabında olayı ve yaşadıklarını anlattı. Fransızca öğretmeni, kendisini sözlüye kaldırdı. Ferhan Şensoy, sınıfın gözü önünde, ‘Aramızda her şey bitti!’ dedi ve yerine oturdu. Sonra arkadaşlarıyla ayrıntıları paylaştı.

- En Büyük Aşkı: Gönül Bayraktar’dı… -

Büyük aşkı Monique değildi. ‘Civciv’im!’ dediği Türk kızıydı. Hem de okuldan arkadaşıydı. Adı: Gönül Bayraktar’dı. Güzel Gönül, bir süre sonra ailesinin yanına, İzmir’e döndü. Karşılıklı aşk kokan mektuplar geldi gitti. Duygular çağlayan, satırlar bağlayan oluverdi. Bayraktar’ın deyişi ile ‘Çılgın!’ kelimelere hükmediyordu. Arada kilometreler de bulunsa da kalpleri fethediyordu. 

Bayraktar, DGSA’ya devam edemedi. Daha cazip hedefi vardı: THY’de hosteslik yapacaktı. Nitekim amacına ulaştı. Dünyayı dolaşmaya başladı. Fakat kader beklenmedik hükmünü vermişti. Ferhan Şensoy, Fransa’da eğitimine devam ediyordu. 1974’ün sonbaharıydı. Okula gitmek için trene bindi. Türkiye’den haberler okumak için Almanya’da basılan bir gazeteyi aldı. Mevkute de aynı gökyüzünü kaplayan bulutlar gibi kasvet kaplıydı. Manşete göz attı. ‘THY’na ait yolcu uçağı, Paris’in hemen yakınındaki Boulogne Ormanı’na düşmüştü! Yolculardan ve personelden kurtulan yoktu!’ O anda bir resme takılı kaldı: ‘Civciv’im’ dediği, İzmirli sevgilisinin fotoğrafı önündeydi.

Ülkeye dönünce çeşitli tiyatrolarda çalıştı. ‘Şahları da Vururlar’ adlı oyununu bitirip Haldun Taner’e sundu. Fikirlerini daha doğrusu eleştirilerini almayı düşündü. ‘Ustam Haldun Taner’in beğenisini ve ardından icazetini de alınca, kendi tiyatromu kurmaya karar verdim,’ şeklinde konuşacaktı.

- TRT, Senaryolarını Sansürlemeye Kalktı… -

Şensoy, 1977’de, Mete İnselel ile ‘Anyamanya Kumpanya Tiyatrosu’nu kurdu. Kendi yazdığı, ‘İdi Amin Avantadan Lavanta’da hem oynadı, hem yönetti. TRT için de diziler hazırlamaya başladı. ‘Bizim Sınıf’ daha ikinci bölümünde yasaklandı. İddiaya göre, ‘Öğretmenlerin manevi şahsiyetini tezyif etmişti!’ Serinin senaryosunu tiyatro oyununa çevirdi. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda ‘Bizim Sınıf’ı sergiledi.

Bir yıl sonra, 1978’de, Ayfer Feray Tiyatrosu’na geçti. ‘Hayrola Karyola’yı yazdı, müziklerini hazırladı, oynadı ve yönetti.

1978’de, ilk kitabı ‘Kazancı Yokuşu’nu yayınladı. Ardından ‘Afitap’ın Kocası İstanbul’ ve ‘Gündeste’ geldi.

‘Dedikodu Şov’ adlı kabareyi kaleme aldı. Adile Naşit, Perran Kutman, Pakize Suda ve Sevda Karaca rolleri paylaştı. İstanbul Gelişim Orkestrası, oyunun şarkılarını besteledi ve seslendirdi. 

Şensoy, 1980’de, adı ile özdeşleşen, kendi oyunları sahnelediği, Orta Oyuncular’ı faaliyete geçirdi. Üzerine titrediği, özenle büyüteceği kurumu hem geleneksel tiyatromuzdan, hem Batı’dan beslenecekti. Yıllar sonra tiyatro anlayışını da açıkladı: ‘Biz, çizgimizi hiç değiştirmedik. Hâlâ çok sert muhalefet yapıyoruz!’ ‘Şahları da Vururlar’, ‘Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı’ ve ‘Parasız Yaşamak Pahalı’ gibi hafızalarımıza nakşedilen oyunları sahneye koydu. 

‘Parasız Yaşamak Pahalı’yı senaryolaştırdı. İlk kez sinema filmi yönetmenliğine soyundu.

- Tarihe Mal Olan Müzikalleri Sahneye Koydu… -

‘Şahları da Vururlar’da oynadı ve yönetti. Fuat Güner ile müziklerini yaptı. Yine 1980’de, Tuncay Özinel Tiyatrosu’nda ‘Aşkın Gözüne Gözlük’ adlı kendi yazdığı, 2 perdelik güldürüsü sahnelendi.

Gençlere de şans tanıdı. Kendi üslubuna/tavrına ve çalışma disiplinine uygun, sanat aşkıyla dolu, genç kuşak tiyatrocu yetiştirme gayretine girdi. Amacı: Tiyatrosuna yeni yüzler kazandırmaktı. Gruba, ‘Kısaca Tiyatro’ adını taktı. Sayıları artıp, rüştlerini ispat ettiklerinde, ‘Nöbetçi Tiyatro’ diye anılır oldular. Şu sözü çok ünlüydü: ‘Hiçbir okul, mesleğinin erbabını mezun etmez! Mesleği seçmeye niyetli adaylar yetiştirir!’

Sanat hayatı boyunca baskı ve sansürle boğuştu. 1987’de, ‘‘Muzır Müzikal’in sergilendiği Şan Tiyatrosu kundaklandı!’ İtfaiye yetkilileri yangının elektrik kontağından çıktığını savundu. Gece bekçisi Niyazi Özlü hayatını yitirdi. Mekânda bulunmaktan başka hiçbir suçu yoktu! Her gece kapalı gişe oynanıyordu. Sonraki günler, hatta haftalar için ciddi bilet satışı yapılmıştı. Seyircilere para iadesi gerekiyordu. Ama kasada yeterli nakit mevcut değildi. Ortaoyuncular batmıştı. Ama hiçbir şey yokmuş gibi davrandılar. 

‘Sihirli bir elin dokunuşuna ihtiyaç vardı!’ Çok hızla yeni oyuna gereksinim duyuluyordu. Olay gecesi uyu(ya)madı. Tek kişilik oyun yazmalıydı. Prova yapacak vakit de yoktu. Sabahın ilk ışıklarında yeni eserin adını buldu: ‘Ferhangi Şeyler!’ Hemen işe koyuldu. Oyun duyuruldu. Alelacele afişi hazırlatıldı. Küçük Sahne gişesinden biletleri satılmaya başlandı. Manzara inanılmazdı: Seyircilerin oluşturduğu kuyruk İstiklal Caddesi’ne kadar uzanıyordu. Muzır Müzikal’e bilet alanlar para iadesi talep etmedi. Biletleri yeni oyununkilerle değiştirildi. Hiç prova edilmemiş oyun, 7 Mart 1987’de, 270 seyirci kapasiteli Küçük Sahne’de 305 izleyiciye oynandı.

- Kel Hasan’ın Kavuğuna Layık Görüldü… -

Muzır Müzikal hakkında soruşturma açılmıştı. Şensoy, Şan Tiyatrosu yangınından hemen sonra yargılandığı mahkemede 21 gün hapis cezasına çarptırıldı.

Ortaoyuncular, bazı ünlü müzik gruplarının oluşmasını da sağladı. Şeşenler, Grup Gündoğarken’i kurmadan Şensoy’la beraberdi. Özkan Uğur ve Fuat Güner, 1980’de, ‘Şahları da Vururlar’da müzik yapıyordu. MFÖ, daha ortada yoktu. Şensoy’un belirtmesine göre oyunda yer alan, ‘Döndü Pervaneler’, sözleri değiştirilerek ‘Ele Güne Karşı’ oldu. Ünlü topluluğu günümüze taşıdı. Nejat Yavaşoğulları ile Derya Yener ikilisi de, ‘Bulutsuzluk Özlemi’ni kurdu.

1989, Ferhan Şensoy’un kariyeri ve Türk Tiyatro Tarihi açısından önemli seneydi. ‘Komik-i Şehir’ Kel Hasan Efendi’nin kavuğuna layık görüldü. Münir Özkul, İsmail Dümbüllü’den kendisine bırakılan kavuğu sade törenle Şensoy’a verdi.

Şensoy, Özkul’un kendisine emanet ettiği kavuğu, - 2016’da! - Rasim Öztekin’e devredecekti.

Şensoy aynı yıl, - İstiklâl Caddesi’ndeki! - Ses Opereti’ni tamir ettirdi. ‘Ses 1885’ adlı tiyatro salonuna dönüştürdü. - Koltuk kapasitesi 541’di! - Her locaya, tarihi binaya emeği geçen ustaların isimlerini verdi. 

Haldun Taner’e ayrı muhabbeti vardı. Her konuşmasında adını anardı. ‘Kendisi bir tiyatro peygamberiydi!’ derdi. Tuncel Kurtiz, Münir Özkul ve Erol Günaydın’a duyduğu hayranlığı da gizlemezdi.  

- Dijital Çağın Nimetlerini Benimsemedi… -

‘Yüzen Tiyatro’nun ülkemizdeki ilk uygulayıcısıydı. Bir gemi kiralayıp, ‘deniz üstünde tiyatro’ akımını başlattı. Vapur, Kuruçeşme - Fenerbahçe güzergâhında gidip gelirken, oyununu sergiledi.

Tiyatronun, diğer performans sanatlarının dijitalleşmesine şiddetle karşıydı. Seyirci, oyunu tiyatroda izlemeliydi. Evde, rahat koltuğa oturup temsil seyredilemezdi. ‘Tavır, ‘Sakın tiyatroya gelmeyin,’ demekti!’

Bir ayağı da sinemadaydı. ‘Ben tiyatro ile evliyim. Sinema benim kaçamağım!’ diyecekti. Yine kendi ifadesine göre, çektiği bütün filmleri tatil dönemlerine denk geldi. Dizi ve sinema filmi teklifleri ardı arkası kesilmedi. Hep kendi ekibiyle çalıştı. Kendisi oyuncu, yazar ve yönetmendi. Başarı kolektifti. Muvaffakiyetin adı: ‘Şensoy ve Ortaoyuncuları’ydı!

Sinemaya, 1976’da, ‘Aşk Dediğin Laftır Derler’ ile girdi. Küçük bir rolü vardı. 1977’de, ‘Kızını Dövmeyen Dizini Döver’ ile ilk başrole adım attı. Filmin yönetmeni Temel Gürsu’ydu. Önemli rolleri Müjde Ar, Mahmut Cevher, Müşfik Kenter, Nedret Güvenç ve Ferhan Şensoy paylaştı.

Sezen Aksu ile başrollerini bölüştüğü, - 1989 yapımı! - ‘Büyük Yalnızlık’ta oynadı. 1998’de, Ortaoyuncuları’nda sahnelenen ‘Çok Tuhaf Soruşturma’yı sinemaya uyarladı. Ustalık döneminde çektiği - 2004’de, senaryosu kendisine ait! - ‘Pardon’, ülkemizin kült filmleri arasına girdi. Başrollerde Ferhan Şensoy, Zeki Alasya, Rasim Öztekin, Bülent Kayabaş ve Erol Günaydın gibi ünlü isimler vardı. Mert Baykal’ın ilk yönetmenlik denemesiydi.

- Fidel Castro’nun Mutluluk Veren Jesti… -

Aynı yıl, 2004’de, ‘Şans Kapıyı Kırınca’nın Küba’da çekimleri sürerken, kendini mutlu eden sürprizle karşılaştı. Fidel Castro, Şensoy ve çalışma arkadaşlarına maaş bağladı. Castro tarafından görevlendirildiğini söyleyen bir adam elinde zarflarla geldi. Zarfların içine Şensoy için 20, oyuncular için 10’ar, teknik ekip elemanları için 5’er dolar konulmuştu. Ferhan Şensoy, parayı kabul etmedi, teşekkürlerini iletti, iade etti. Castro ısrarcıydı. Görevli bir notla sete geri geldi. ‘Topraklarımda terleyen her emekçinin gayreti kutsaldır ve karşılıksız kalamaz. Çekim için ülkemi tercih ettiğinizden ötürü teşekkür ederim. Fidel Castro.’ Şensoy duygulandı. Gönderileri kabul etti. Ertesi gün de, Havana’da faaliyet gösteren bir tiyatroya bağışladı.

Şensoy, günlük tutardı. Bir röportajında, ‘Anılarımı defterime şiir şeklinde nakşederim,’ diyecekti.

1988’de, meslektaşı Derya Baykal ile hayatını birleştirdi. - Kendisinin ilk, eşinin 3. evliliğiydi! - Ünlü çiftin, Derya ve Müjgan Ferhan adlı 2 kız çocukları oldu. Baykal ile Şensoy, 2004’de ayrıldı.

Şensoy, 2014’de, yazar/oyuncu Elif Durdu’yla 2. evliliğini gerçekleştirdi. Durdu, Ortaoyuncular Tiyatro Topluluğu’nun oyuncusu ve Ortaoyuncular Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmeni’ydi.

Yakın dönemde kaybettiği sanatçı dostları Levent Ünsal ve Rasim Öztekin’in anılarını hüzünle hatırlardı. Galatasaray’dan hocası, sonrasında yakın dostu Tahir Alangu’nun kendisine kazandırdığı alışkanlığı hep sürdürdü. Ebediyete intikal eden ustaların ve diğer tiyatro emekçilerinin fotoğraflarını Ses 1885’in fuayesine/dinlenmeliğine astırdı.

- Beyoğlu’nun Tarihe Karışan Tiyatroları… -

Şensoy geçmişe bağlıydı. Anlattıklarına bakılırsa, 70’li yıllarda, - kendisi Ayfer Feray Tiyatrosu’ndayken! - İstiklal Caddesi’nde 40 tiyatro faaliyetteydi. 1980’lerde ise sadece Beyoğlu’nda 30’dan fazla tiyatro mevcuttu. Her sokakta bir tiyatro perdelerini açardı. İnsanlar, oyun seçerken zorlanırdı. 2020’de ise, ayakta kalan ‘SES 1885’ idi.

Ferhan Şensoy’un çocukluğu ve gençliği Beyoğlu’nda geçti. Sanatçı kişiliği de burada şekillendi. Eski Beyoğlu, kişisel tarihini yaşadığı bölgeydi. Okulu, tiyatrosu ve evi aynı yöredeydi. Mahallesi vazgeçilmeziydi. Yaşı ilerledikçe semtteki barları, meyhaneleri, büyülü tiyatro sahnelerini ve sinema salonlarını tanıyacaktı. Bir röportajında tarihi semtin korunamadığını söyleyecekti. ‘Şimdi baktığımda, o güzel yıllarımı anımsatan hiçbir şey yok! Anılarımın üzerinden dozerle geçildi…’

Emeklilik dönemini Bodrum’da geçirmeyi planladı. Yalıkavak’ın dağ köyü Geriş’te kendisine ev yaptırdı. Gürültüden, hızlı yaşamdan uzaktı. Çevresi kuş sesleriyle doluydu. Geriş’in nüfusu 30 yıldır değişmemişti. İstanbul’daki hayatı tam tersiydi. Beyoğlu, diskolarla çevriliydi. Sabaha kadar her türden müzik yankılanırdı.

- Taştan Yaptığı Heykelleri Bodrum’daki Evinin Dolaplarında Sakladı… -

Kendi yazıp yönettiği dizilerin dışındakileri izlemedi. Geçmişte her gece haberleri seyrederdi. Ama bülten bültenlerinden sıkıldı. Eski şarkıları dinlerdi. Edit Piaf, Charles Aznavour’un plakları arşivindeydi.

Dünyanın her yanından taşlar toplardı. Heykel yapmakta kullanırdı. Gittiği yerlerden, deniz kenarlarından düzgün taşları biriktirir, bavuluna doldururdu. İspanya’dan Kanada’ya kadar ulaştığı her taraftan getir(ir)di. Bodrum’daki evinin dolapları heykellerle doluydu.

İnternet ile arası yoktu. ‘İnterflu’yum!’ derdi. ‘E cızgı mail adresim de namevcut! Sosyal madya benim için hiçbir şey ifade etmiyor!’

6 tane yazı masasına sahipti. 3’ü Bodrum’daki köy evinde, diğer 3’ü de Beyoğlu’ndaki konutundaydı. Bazı masaların yanına neredeyse 2 yıldır uğramıyordu. Bir tanesinin üzerinde, günlüklerinin bulunduğu otobiyografik romanının 3. cildi dururdu.

Şensoy, yazarken mutlu ve huzurluydu. Elinden gelse bütün zamanını edebiyata ayırabilirdi. Yazı masasına oturmadığında huzursuz, hatta sinirliydi. Düşündüklerini kaleme alırken de uysal olduğu söylenemezdi. Zamanını verimli kılmayı isterdi. Röportaj yapmaktan, arkadaşlarıyla sohbet etmekten, trafikte araba kullanmaktan hoşlanmazdı. Çalışmalarını kendisine ait katta sürdürürdü. Sessizlik ve kahve arardı. Düzenli kahve tüketirdi.

Haftanın bir gününü ‘ailesine’ ayırdı. Kızları ve Derya Baykal’ın ilk evliliğinden olan oğlu Mert ile bir araya gelirdi.  

Kızları Ferhan ve Derya da tiyatrocuydu. Anneleri Derya Baykal zaten çok ünlü tiyatro insanıydı.

Her dönemde Cumhuriyet gazetesine destek vermeye çalıştı. Gazete ile gelenlere ücretsiz oyun oynaması önerilerini geri çevirmeme gayretindeydi. ‘Ferhangi Şeyler’in 2 bininci kez sahnelenişinde ses getiren dayanışma örneği gösterdi. Gazetenin tutuklu Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül için en ön sırada 2 boş koltuk bıraktı. Üzerlerine mevkuf gazetecilerin isimlerini yazdırdı. 

37 ödül kazandı. 56 tiyatro oyunu yazdı, yönetti. 25 kitabı yayınlandı. 9 sinema filminde oynadı. 10 televizyon dizisinin senaryosunu yazdı ve idare etti.

Sahneye koyacağı yeni oyunun adı: ‘BOM’du. ‘Bom! Hayret Bugün Hiç Bomba Patlamadı!’ Eserin yazarı, eşi Elif Durdu’ydu. Ama son arzusunu gerçekleştiremedi.

11 September 2021 16:13
1,579 kez okundu

Ali Hikmet İnce



Benzer Yazılar

Arayışla Geçen Bir Ömür

Münir Özkul’u tiyatro oyuncusu yapan, İsmail Dümbüllü’ye aşırı hayranlığıydı. 1968’de, Arena Tiyatrosu’nda Kanlı Nigar oyununun prömiyerinde Dümbüllü’yü seyretti ve avuçları patlayıncaya kadar alkışladı.

Gökyüzünde Süzülen İlk Türk Kadın Pilot

Bedriye Tahir Gökmen Hanım, havacılığa gönül veren, pilotluk sevdası ile yanan binlerce Türk kızının örnek aldığı, arkasından yürüdüğü tarihî kişiydi. Kıt kanaat yaşantıya rıza gösterip, hayalini gerçekleştirmeye çalıştı. Zorlukları bir bir aştı, eğitimini başarıyla tamamladı ama brövesine kavuşamadı. ‘Solo uçuş yapan ilk Türk kadın pilot’ unvanını kazanmakla yetindi.

Çankaya Köşkü'nde Eşek Sütüyle Güzellik Banyosu

Prenses Süreyya, İran İmparatoriçesi sıfatı ile ülkemize - 1951 ve 1956’da! - iki resmi ziyarette bulundu. Büyük ilgi gördü, el üstünde tutuldu. Güzellik reçetesini de uygulamasına fırsat tanındı…

Mayk Hammer Yazan Türk

Kemal Tahir; hayatının beşte birini hapishanelerde geçirdi. En güzel eserlerini de cezaevinde yazdı.

Bilinmeyen Abdullah Gül

Genç Abdullah Gül’e göre Kısakürek; ‘ışığından yararlanılacak kutup yıldızı/mürşit’ idi. Fikir çizgisinin diğer 2 önemli isim ise; Sezai Karakoç ve Nurettin Topçu’ydu. Cemil Meriç, Erol Güngör, İdris Küçükömer ve Fethi Gemuhluoğlu da etkisinde kaldığı mütefekkirlerdi.

‘Kıbrıs’ı Veren’ 2. Abdülhamit

2. Abdülhamit’in saltanatının 2. yılında Osmanlı yok oluşun eşiğinden döndü. Tarih, ’93 Harbi’ gibi örneğine çok az rastlanır drama şahitlik etti. Ruslar, İstanbul’un tarihi surlarına kadar ulaştı. Her an şehri alabilir, her şeyi talan edebilir, binlerce insanı öldürebilirlerdi. Sultan şoka girdi, ne yapacağını bilemedi. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’ın önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ı vermesi karşılığında şahsının ve imparatorluğun hayatiyetini garantiye alabilecekti! ‘Denize düşen yılana sarılırdı!’

Tefecilik Yapan İmam

Meşhur diğer bir ‘ribahor’, Laleli Camii Selâtin Vaizi ‘Mardinî Şeyh’ idi. Sivri dilli, herkesi eleştiren, hediye göndermeyene çamur atan, pek aç gözlüydü.

Sait Faik’in 1000 Bursiyeri

Çağdaş Türk hikâyeciliğinin ustalarından Sait Faik (Abasıyanık) yaklaşık 1000 öğrenciye burs verip okumalarını sağladı.

Güney'in Evinde Saklanan Firari Devrimciler

Yılmaz Güney; illegal THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi - Cephesi) örgütünün lideri Mahir Çayan ve arkadaşlarını evinde sakladı.

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

Ondokuz Kardeşini Boğazlatan Padişah

Tarihçi Bostanzâde Yahya, 3. Mehmet’i adeta kutsadı. 19 erkek kardeşine Cennet kapılarını açtığını, kendilerine ‘şehitlik’ payesi verdiğini/sunduğunu ileri sürdü. Şeyhülislam da, boğdurulan şehzadeleri ‘şehit’ ilan etmekten geri kalmadı. ‘Padişah oğulları, - ağabeyleri tarafından! - ‘Cennet Kayığı’na bindirilmişti!’

Türbesine Kilise Yapılan Padişah

1693’de yöreyi ele geçiren Avusturyalılar, türbeyi temellerine kadar yıktılar. Tepeye de Turpek adını verdiler. Türbenin yerine, Szüz Maria Kilisesi'ni inşa ettiler.

Kıbrıs’a Yahudi Kral Atayan Halife Hükümdar

Osmanlı’nın 11. padişahı 2. Selim, devletin yönetimini - damadı! - Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’ya bıraktı. 8 yıllık saltanatını eğlence âleminde sürdürdü. Bazı tarihçilere göre şarap ve işret meclisleri için dünya geldi. Yazılanlara bakılırsa Kıbrıs, ‘emsalsiz lezzetli ve hoş kokulu şarapları için’ fethedildi. ‘50 bin babayiğit askerin şahadetine mal oldu.’

Türkeş, MBK’den Nasıl Tasfiye Edildi?

Atatürk’ün manevi kızı Prof. Dr. Afet İnan’ın Ankara’nın Necatibey Caddesi’ndeki mütevazı evinde ‘14’ler’ tanımlamasıyla siyasi tarihimize geçen grubun kaderi çizildi. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, CHP Genel Sekreteri İsmail Rüştü Aksal ve MBK’nin 2 etkin üyesinin çok gizli toplantısında ülkenin yakın geleceğini etkileyecek önemli karar alındı.

Yıldız Kenter: ‘Hayatım Tiyatro…’

Tiyatromuzun temel direklerindendi. Hayatını tiyatroya adadı ve adını en yükseğe yazdırdı. Yıldız Kenter: ‘Tiyatromuzun Divası’ydı…

Vergiye Giden Ev Parası

Yeşilçam yıldızlarının çoğu günlük yaşardı. Sektör küçük bir krize girerse; geçim sıkıntısına düşerlerdi.

27 Mayıs’tan Sonra Başbakanlık’ta Ne(ler) Oldu?

Başbakanlık Müsteşarlığı Özel Kalem Müdürü Mehmet Geylani; 27 Mayıs Askeri Darbesi’nin öncesinde ve sonrasında görevinin başındaydı. Gördüklerini/yaşadıklarını Ankara’nın kıdemli usta gazetecisi Kemal Bağlum’a anlattı; tarihe şahitlik etmeye çalıştı… Geylani: Darbe sonrasında Başbakanlık’ta yaşanan bilinmeyen bazı olayların perde arkasını açıkladı…

Beşiktaşlı Kartal Tibet

Sinemanın ünlü, yakışıklı, zengin, pek kabiliyetli, çok yönlü ismiydi. İşine ve evine önem verdi. Sade, dedikodudan uzak, huzur dolu hayatı özledi, yaşadı. Mutluluğu hanesinde ve ailesinde buldu. Eşine ve çocuklarına sıkıntısız, sevgi dolu ve zengin sayılabilecek yaşam sunabilmenin gayreti içinde oldu. Kaliteli eğitim aldırdı.

33’lük Tespih Gibi Tabanca Çeken Fedai

Yakup Cemil Bey, ‘korku’ kelimesini tanıma(z)dı. Düz mantık yürütürdü. Siyasetin ince oyunlarını, gülümserken ayak kaydıran tuzaklarını bilmezdi. Ölümü göze alır, istenileni/emredileni yapardı. Kontrolü müşküldü. Haksızlık(lar) karşısında susmaz, ya sesini yükseltir ya da - daha çok! - piştovunu konuştururdu.

İsmet Paşa’nın Elini Öpen TİP Lideri

Mehmet Ali Aybar, çok iyi eğitim almıştı; Sol/Sosyalist düşünce aileden mirastı.

Defne Yalnız’ın Yalnızlık Korkusu

Defne Yalnız; okumayı-yazmayı öğrenmeden tiyatro sahnesinin tozunu ciğerlerine çekti.

Evini Satıp İşçi Maaşlarını Ödeyen Başkan

Fatma Girik, ‘içimizden/bizden birisi’ydi. Yeşilçam’ın ve Memduh Ün’ün ‘Fato’suydu. İnandığı gibi yaşadı. Engelleri aşmasını bildi. Kendini daima yenilemeye/geliştirmeye gayret etti. Tecessüs sahibiydi, öğrenmeye açtı. Sinemayı ve siyaseti tecrübeli ustalardan kavrama şansını yakaladı. Evinde çok zengin kitaplığı vardı. Her gün düzenli şekilde okurdu, tartışırdı. Hayatı sorgulardı.

Kırık Bir Aşk Hikâyesi: Engin İle Perran

Sabah Gazetesi’nin popüler-polemikci yazarı Engin Ardıç ile televizyon dünyasının en ünlü yıldızlarından Perran Kutman iki yıla yakın süre nişanlı kaldı, ama sonra ayrıldı.

Şöhret Sefaletin İkiz Kardeşi

Mesut Engin (58) kısa hayat yolculuğunda zirveyi de dibi de görüp, çaresizliği iliklerine kadar yaşadı.

Gülriz Sururi: Hayatı Limon Gibi Sıkan Kadın

Gülriz Sururi kendine özgü stiliyle kızıl saçlı, delici bakışlı, naif, çekici ve ilgi odağıydı. Vefalı, paylaşımcı, aydınlanmacıydı. Müthiş bir Atatürk hayranıydı.

‘GPS’li Bavul’ İle Taşınan Dolarlar

‘Kısa sürede yüksek kazanç sağlama’ vaadi çoğu kişiye çekici geldi. ‘Tatlı dilin yılanı yuvasından çıkarması gibi, ‘emeksiz yemek’ hayali - aslında! - bütün birikimleri yok edecekti…’

Kral Charles’ın ‘Gönül Galerisi’

Prens Charles ile Camilla arasındaki aşk öyküsü televizyon dizi(si) senaryosuna benzerdi. Taraflar, bir dargın bir barışık, bazen hoşnut bazen üzgün yarım asrı aşan ‘parçalı bulutlu’ birliktelik yaşadı. İkili - başka kişilerle evliyken dahi! - birbirlerinden vazgeçemedi. Sonunda mutlu sona ulaştılar ama hayli geç olmuştu!

Kral 3. Charles Müslüman mı?

‘3. Charles’ unvanı ile İngiltere Tahtı’na oturan Prens Charles, Şeyh Nazım Kıbrısî’nin iddia ettiği gibi ‘Müslüman’ mıydı? Hem Anglikan Kilisesi’nin başı hem İslâm dinine mensubiyet mümkün müydü?

Fransız Kılıcı Sallayan Harkiler

Cezayir, 130 yılı aşkın süre (1830 - 1962) Fransız sömürgesiydi. Koloni yönetimi, yerli halkı sindirmek için her türlü insanlık dışı uygulamayı yaptı. Süreç içinde Arap ve Bedevi asıllı 10 milyona yakın Müslüman hayatını yitirdi. ‘Harki’ denilen yerli işbirlikçiler, Fransız saflarında yer aldı. Verilen emirleri uyguladılar. Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda soydaşlarına karşı savaştılar.

Osmanlı'nın Ukraynalı Valide Sultanları

Osmanlı padişahları, dünyanın hemen her ülkesinden getirilen güzel kadın kölelerle beraber oldu. Cariyelerin bir kısmı haremde kaybolup gitti. Bazıları, hükümdar(lar)ın gözüne girdi, erkek evlat doğurdu ve ‘gözde’ sıfatı kazandı. Kimileri de, devleti yönetmeye, sultan(lar)ı yönlendirmeye kalkışacak/‘cesaret edecek’ kadar cüretkâr davrandı, hatta nikahlarına girdi.

Yeşilçam’ın Kara Bahtlısı

Yeşilçam’ın uygun gördüğü ad ve soyadı hayat hikâyesine tıpa tıp uydu. Yaşamı hazin olaylar manzumesiydi. Ailesini genç yaşta kaybetti. Öyküsünü bilenlerin rivayetine göre 3 defa ‘âşık oldu’! Her seferinde de kavuşamadı. İlk gençliğini dolduran sıcacık, huzur dolu yuvanın - ilerleyen yıllarında! - hep hasretini çekti. Yüksek sinema kabiliyeti, gelişmiş edebi zevki ve doğaçlama müzisyenliği yeterince değerlendirilemedi. Bu dünyadan ‘Samuel Agop Uluçyan’, hepimizin aşina olduğu ismi ile ‘Sami Hazinses’ de geçti!

Tavşan Doğuran Kadın

İngiltere tahtında oturan, İngilizce bilmeyen, çevresi ve devlet yöneticileriyle Fransızca konuşa(bile)n I. George’un döneminde inanılması zor/garip olaylar, skandallar yaşandı. 50 kadar tavşan doğurduğunu iddia eden Mary Tofts adlı kadın da sahtekârlar arasındaydı.

100 Yıl Sonra Gömülebilen Kafatasları

Almanya’nın Afrika’daki sömürgesi Namibya’da tarihin ilk soykırımını gerçekleştirdiği ve 100 bin civarındaki yerliyi öldürdüğü Birleşmiş Milletler Raporu’na girdi.

Fatih’in ‘Çapkın’ Şehzadesi

Fatih’in 2. oğlu, Şehzade Mustafa, askerliğe yatkındı, şiir söylerdi. Yakışıklı, hareketli ve ‘hercaî’ idi. Saray’ın ve hareminin cinsi latiflerini kendine hayran ederdi. ‘Güzelleri yalnız bırakmayı sevmediği,’ kayıtlara geçildi. Bu yüzden de hayatını yitirecekti!’

Maksim Gorki ‘Seven Banker’

Adından daha ziyade mesleki unvanı ile tanındı. Her gün gazetelerin birinci sayfalarını haber(ler)i, iç yapraklarını da reklam(lar)ıyla doldururdu. Tek kanallı TRT televizyonunda günün her saatinde şirketlerinin ‘paralı tanıtımını’ yapan kısa bantlar dönerdi. Bankalardan daha fazla mevduat toplamayı başardı. Yüksek faiz dağıtırdı. Ama yükselişi gibi ‘inkırazı’/çöküşü de pek hızlıydı. ‘Banker Kastelli’ olarak bilinen, milyonlarca kişiyi peşinden sürükleye(bile)n Abidin Cevher Özden kimdi?

Dünyaya Doyamayan 160’lık Delikanlı / 1

Bitlisli Zaro Ağa, ömrünün tamamına yakınını İstanbul’da geçirdi. Güçlü kuvvetli, tuttuğunu koparan adamdı. Ölünceye kadar sigara içmeyi sürdürdü. ‘Dünyanın En Uzun Yaşayan Adamı’ diye ünlendi. Otopsisinde 3 böbrekli olduğu ortaya çıktı.

Dünyaya Doyamayan 160’lık Delikanlı / 2

Zaro Ağa, 130 yaşından sonra çok ünlendi fakat para kazamadı. Dünyayı dolaştı. Popüler isimlerle tanıştı, fotoğraf çektirdi. Reklam kampanyalarında etkin rol aldı. Kartpostalları/foto kartları yüz binlerce satıldı. Kısacası Ağa, ülkemizin ilk ‘uluslar arası medya ikonu’ydu!

50 Yıl Hapis Yatan Padişah

25. Osmanlı hükümdarı Sultan Osmân-ı Salis - 3. Osman! -, neredeyse ömrünün tamamına yakınında hapisteydi. Rutubetli, karanlık, az sayıda insanın gir(ebil)diği ‘kafes’de yarım asırdan fazla tutuklu kaldı. Güneşe, suya, doğaya hasretti. Memleket ve dünya siyasetinden uzaktı. İstanbul’un günlük hayatından bîhaberdi. ‘Ama kaderinde cihan devletinin tahtına oturmak da vardı!’

Kaddafi’nin Uçağındaki Deniz Baykal

Kaddafi, hayatı boyunca Türk Milleti’ne olan sevgi ve saygısını hep tekrarladı. Türkiye’nin en sıkışık döneminde yaptığı stratejik yardım hiç unutulmadı.

Arayışla Geçen Bir Ömür

Münir Özkul’u tiyatro oyuncusu yapan, İsmail Dümbüllü’ye aşırı hayranlığıydı. 1968’de, Arena Tiyatrosu’nda Kanlı Nigar oyununun prömiyerinde Dümbüllü’yü seyretti ve avuçları patlayıncaya kadar alkışladı.

Türkiye’nin İlk Piyanist Şantörü

Gencer, Türkiye’de ilk Türkçe sözlü pop müzik parçasını seslendirdi. Çocukluk arkadaşı, Fecri Ebcioğlu, ‘Bak Bir Varmış Bir Yokmuş’ adlı şarkının sözlerini yazmıştı.

‘Erkek Güzeli Sefil Bilo’

İlyas Salman’ın hayatı - baştan sona! - yokluk/yoksulluk senaryosuydu. Zorlu/çetin şartlara karşı koymakla/durmakla geçti. 4 yaşında, küçük kardeşinin diri diri yanışını seyretti. Çaresizliğin acımasızlığını/zalimliğini yaşadı. Sonraki yıllarda hep olumsuzluklara/haksızlıklara karşı durdu/sesini yükseltmeye çalıştı.

Defne Yalnız’ın Yalnızlık Korkusu

Defne Yalnız; okumayı-yazmayı öğrenmeden tiyatro sahnesinin tozunu ciğerlerine çekti.

En Sevimli Mafya Babası

Dinçer Çekmez, dünyamızdan ayrıldığında 73 yaşındaydı.

Lise Öğrencisi Profesyonel Tiyatrocu

Kemal Sunal; tarihî Vefa Lisesi’nin tarih sayılabilecek öğrencisiydi.

Müjdat Gezen’in Gizli Aşkı

Müjdat Gezen anılarını yazdığı, ‘Galiba Ben Sanatçıyım’ adlı kitabında G.A. koduyla hayatına giren kadından söz ediyordu.

Küçük Cezve

Onu ‘Ah Güzel İstanbul’ filminde, ‘Ayşe’ kimliği ile tanıdık. İzmir’den kaçıp İstanbul’a gelen, ‘artist’ olmayı düşleyen toy kızdı. Adeta çaresizliğini haykırdığı, ‘Ben bir küçük cezveyim / Elden ele gezmeyim!’ şarkısıyla da akıllarımızda kalacaktı.

Bayan Yunus Emre

Ayla Algan, Türk tasavvufuna ve mutasavvıflara özel ilgi gösterdi. Felsefesini yürekten benimsediği Yunus Emre’yi tanıtmayı vazife bildi. Pek çok ülkede Yunus şiirlerinden oluşan besteleri okudu. Biricik kızının adını da - ulu ozandan ilhamla! - ‘Sevi’ koydu!

Mezarımı Taştan Oyun!

Hüseyin Peyda, sinema tarihimize mendil ıslatan yerli melodramların öncüsü olarak geçti. ‘Söyleyin Anama Ağlamasın’ ve ‘Mezarımı Taştan Oyun’ ile rüştünü ispatladı. Milyonların sevgisini ve hayranlığını kazandı. 40 yıllık Yeşilçam serüveninde kendisini yenilemeyi, ayakta kalmayı bildi/başardı.

Kulak Çeken Senarist

Asıl adı Abdulkadir Pirhasan’dı; geniş kitlelerce Vedat Türkali diye tanıdı.

Cenazesinde Alkış İstemeyen Sanatçı

Sümer Tilmaç, anne karnında sahneye çıkmıştı. Yaşamı boyunca tiyatronun tozunu yutmayı, sinemanın spotlarında aydınlanmayı/görünmeyi kabullendi. Beyazperdede ve televizyonda unutulmaz/ölümsüz tipler çizdi/bıraktı.

Huzurevinde Sönen Yıldız

Altan Karındaş çok yönlü sanatçıydı. İlk Türk şov kadınıydı. İnsan, çocuk ve hayvan taklitlerini çok iyi yapardı. TSM’yi bilirdi, makamlara vakıftı. Makber’i kusursuz seslendirirdi. Sadece sanatçı yönüyle değil, güzelliğiyle de çekim merkeziydi.

Monna Rosa: Kırık Bir Aşk Hikâyesinin Yadigârı

Bazı sevda hikâyelerinin sonunda kavuşulmazdı. Bazılarında ise âşıklar; maşuk(a)larına kendilerini anlatamazdı. Bazı şiirler reddedilebilirdi; ama her kabul edilmeyişin bitebilen/değişebilen vadesi vardı. Monna Roza az bilinen; ama vuslata erişilmeyen kırık bir sevdasının öyküsüydü…

‘Paşanın Güzel Karısına Göz Koyan’ Padişah

Çeyrek asırlık süreçte her gün ölüm korkusuyla yaşayan Şehzade İbrahim, tahta çıkınca hayattan kâm almaya girişti. Harem, - yakın çevresinin ve yağcılarının da yardımıyla! - güzel cariyelerle dolup taştı. Ama Padişah’ın gözü doymadı. Kendine methedilen evli hanımlara da el atmaya, gönül eğlendirmeye kalkıştı!

‘Padişah Oğlunu Boğduran’ Valide

Tarihçilerin ‘Rum asıllı!’ dedikleri Kösem Sultan, İslâm dinini benimsedi, Harem’de eğitildi/yetiştirildi. Osmanlı Devleti’ni 20 yılı aşkın süre yönetti. Sultanlığın, milletin, Sünni İslam dünyasının kaderinde birincil derecede söz/hak sahibi oldu.

Bebek Yüzlü Aktör

Tarık Akan, yarışmayı kazandıktan hemen sonra Yeşilçam’ın en yeni ve en aranılan ismiydi. Dönemin bütün ünlü kadın yıldızlarıyla filmlerde göründü. Genç kızların, güzel hanımların yüreklerini hoplattı. Kartpostalları hatıra defterlerini süsledi. Posterleri duvarlara asıldı. ‘Bebek yüzlü aktör’, bir anda Türkiye’nin sevgilisi oluverdi!

Mezarımı Taştan Oyun!

Hüseyin Peyda, sinema tarihimize mendil ıslatan yerli melodramların öncüsü olarak geçti. ‘Söyleyin Anama Ağlamasın’ ve ‘Mezarımı Taştan Oyun’ ile rüştünü ispatladı. Milyonların sevgisini ve hayranlığını kazandı. 40 yıllık Yeşilçam serüveninde kendisini yenilemeyi, ayakta kalmayı bildi/başardı.

Cem Karaca’dan ‘Karabağ Şarkısı’

Cem Karaca, babası Mehmet Bey’in öğüdüne bağlı kaldı: ‘Bu toprakların ezgilerini söyledi!’ Türk Dünyası’na ilgisini hiç azaltmadı. Karabağ’ın işgalini telin etti! ‘Karabağ Şarkısı’nı besteledi. ‘Nerede Kalmıştık?’ adlı kasetinde yer verdi.

Adı Filistin Olan Sevda

Cem Karaca, ülke ve dünya sorunlarıyla yakından ilgilendi. Filistin’in ezilen halkına karşı özel alâka/sempati duydu. ‘Mutlaka Yavrum’ gibi bazı popüler parçalarını ithaf etti. Kamuoyunda farkındalık yaratmaya çalıştı.

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

Kardeşini Zehirleten Padişah!

Fatih’in büyük oğlu Şehzade Bâyezid, babasının ardından tahta çıktı. Fakat atasının izinden gitmedi. Resim, heykel gibi güzel sanatlara uzak durdu. Hatta bazı dinî saiklarla yasak(lar) getirdi. Oysa şehzadeliğinde ‘hazcı anlayışı’ benimsemişti.

Fatih’in ‘Çapkın’ Şehzadesi

Fatih’in 2. oğlu, Şehzade Mustafa, askerliğe yatkındı, şiir söylerdi. Yakışıklı, hareketli ve ‘hercaî’ idi. Saray’ın ve hareminin cinsi latiflerini kendine hayran ederdi. ‘Güzelleri yalnız bırakmayı sevmediği,’ kayıtlara geçildi. Bu yüzden de hayatını yitirecekti!’

Küçük Cezve

Onu ‘Ah Güzel İstanbul’ filminde, ‘Ayşe’ kimliği ile tanıdık. İzmir’den kaçıp İstanbul’a gelen, ‘artist’ olmayı düşleyen toy kızdı. Adeta çaresizliğini haykırdığı, ‘Ben bir küçük cezveyim / Elden ele gezmeyim!’ şarkısıyla da akıllarımızda kalacaktı.

Bayan Yunus Emre

Ayla Algan, Türk tasavvufuna ve mutasavvıflara özel ilgi gösterdi. Felsefesini yürekten benimsediği Yunus Emre’yi tanıtmayı vazife bildi. Pek çok ülkede Yunus şiirlerinden oluşan besteleri okudu. Biricik kızının adını da - ulu ozandan ilhamla! - ‘Sevi’ koydu!

Yeşilçam’ın Hanımağası / 2

Selda Alkor, Yeşilçam’da kabiliyeti ve gayreti sayesinde isim oldu. Kimseden torpil beklemedi. Kendisi için özel senaryo(lar) da yazılmadı. ‘Beyazperde’nin görünmeyen kanunlarına direnmesini/dik durmasını bildi. Hem sinemada, hem televizyonda yıldızlaştı!

Yeşilçam’ın Hanımağası / I

Selda Alkor, Yeşilçam’da kabiliyeti ve gayreti sayesinde isim oldu. Kimseden torpil beklemedi. Kendisi için özel senaryo(lar) da yazılmadı. ‘Beyazperde’nin görünmeyen kanunlarına direnmesini/dik durmasını bildi. Hem sinemada, hem televizyonda yıldızlaştı!

‘GPS’li Bavul’ İle Taşınan Dolarlar

‘Kısa sürede yüksek kazanç sağlama’ vaadi çoğu kişiye çekici geldi. ‘Tatlı dilin yılanı yuvasından çıkarması gibi, ‘emeksiz yemek’ hayali - aslında! - bütün birikimleri yok edecekti…’

Diğer Muhtelif Yazıları

CIA’nin Hedefindeki ‘Düşünce Silahşoru’

Osman Nuri Koçtürk, tek başına ABD’ye kafa tuttu/savaş açtı. Süt tozu, hibrit tohum, yumurta/et tavuğu, soya yağı, yabancı menşeli gübre gibi hayati ürünlere karşı çıktı. Süper/’emperyalist’ devletlerin, ‘zayıf müttefiklerinin topraklarını ve insanlarını deneylerinin malzemesi olarak kullandığını’ ortaya koydu/ispat etti. ‘Yeniçağın yeni silahlarını teşhir etti!’

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 2

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 1

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

Cem Karaca’dan ‘Karabağ Şarkısı’

Cem Karaca, babası Mehmet Bey’in öğüdüne bağlı kaldı: ‘Bu toprakların ezgilerini söyledi!’ Türk Dünyası’na ilgisini hiç azaltmadı. Karabağ’ın işgalini telin etti! ‘Karabağ Şarkısı’nı besteledi. ‘Nerede Kalmıştık?’ adlı kasetinde yer verdi.

Adı Filistin Olan Sevda

Cem Karaca, ülke ve dünya sorunlarıyla yakından ilgilendi. Filistin’in ezilen halkına karşı özel alâka/sempati duydu. ‘Mutlaka Yavrum’ gibi bazı popüler parçalarını ithaf etti. Kamuoyunda farkındalık yaratmaya çalıştı.

‘GPS’li Bavul’ İle Taşınan Dolarlar

‘Kısa sürede yüksek kazanç sağlama’ vaadi çoğu kişiye çekici geldi. ‘Tatlı dilin yılanı yuvasından çıkarması gibi, ‘emeksiz yemek’ hayali - aslında! - bütün birikimleri yok edecekti…’

Maksim Gorki ‘Seven Banker’

Adından daha ziyade mesleki unvanı ile tanındı. Her gün gazetelerin birinci sayfalarını haber(ler)i, iç yapraklarını da reklam(lar)ıyla doldururdu. Tek kanallı TRT televizyonunda günün her saatinde şirketlerinin ‘paralı tanıtımını’ yapan kısa bantlar dönerdi. Bankalardan daha fazla mevduat toplamayı başardı. Yüksek faiz dağıtırdı. Ama yükselişi gibi ‘inkırazı’/çöküşü de pek hızlıydı. ‘Banker Kastelli’ olarak bilinen, milyonlarca kişiyi peşinden sürükleye(bile)n Abidin Cevher Özden kimdi?