İstanbul’a Hükümdar Olan Baldırı Çıplak

Patrona Halil adlı, Beyazıt Hamamı’nda tellâklık (kesecilik!) yapan ‘baldırı çıplak!’ fitili ateşledi. 3 kıtada hüküm süren Osmanlı’nın payitahtı İstanbul’u adeta işgal etti; bazen tek başına, bazen de kurduğu ‘ihtilal meclisi’yle yönetti. Kanun koydu; ferman saldı; dilediği adamı dilediği yere getirdi; istediği devletlûnun kellesini al(dır)dı; en önemlisi de hükümdar indirdi.

İstanbul’a Hükümdar Olan Baldırı Çıplak

Patrona Halil; bazı tarihçilere göre ‘baldırı çıplak’; bazılarına göreyse ‘yerli Spartaküs’tü. Cihan İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’u 49 gün yönetti. Tahtan hükümdar indirdi; tahta hükümdar çıkardı. Sözü; ferman sayıldı; bütün istekleri anında yerine getirildi. Osmanlı’nın 23. Padişahı, 102. İslâm Halifesi, Sultan 4. Mehmet’in oğlu, 3. Ahmet’i tahtından etti. ‘Lale Devri’ diye adlandırılan; sefil, sefih, halkına gözünü/kulağını tıkamış; Cennet’i dünyada yaşamayı amaçlamış bir avuç yönetici/seçkini rüyasından uyandırdı; yerle yeksan etti. 

Ülke savaşta değildi; sükûnet hâkimdi. Ama yönetici, zengin kesim eğlence âlemindeydi. Devlet yönetil(e)medi; neredeyse kaderine bırakıldı. Ekonomi yolunu şaşırdı; pahalılık ve yoksulluk dayanılmaz boyutlardaydı. Dönemin saz şairlerinden Osmanzâde Ahmet Taib Efendi; devlet katına sunduğu bir kasidesinde - mealen! - şöyle dedi:

‘Odun ateş pahası oldu; tütsülük, dut ağacı gibi gramla satılıyor. Kömürün tozunu bulsak, gözümüze sürme diye çekeceğiz. Gözümüzde arpacık çıksa, çuvalla arpa bulmuş gibi sevineceğiz. Kahve nerede? Nohut kavurup içiyoruz. Yokluğun, pahalılığın, sıkıntının sebebini anlayamadık. Her taraftan zahire geliyor. Liman gemilerle, mahzenler erzakla dolu. Ama halk alamıyor; bulamıyor. Ortada ahaliyi koruyacak; haline soracak kimse yok…’

Lale Devri’nde lüks tüketim/israf aldı başını gitti. Fiyatlar sürekli arttı; paranın değeri düştü; esnaf ağır vergilerden şikâyetçiydi. Vergi memurlarının zulme varan baskısı ciddi sorundu. Toplanan paraların israf edilmesi, eğlencelerde harcanması göze battı. Gayri Müslimlere sağlanan bazı ayrıcalıklar da halkı kışkırtmak için yeterliydi. Vatandaş burnundan soludu; Padişah ve yönetici sınıf yaşanan olumsuzlukları görmemekte direndi.

Halkın tepkisi ani ve şiddetli oldu. Patrona Halil adlı, Beyazıt Hamamı’nda tellâklık (kesecilik!) yapan ‘baldırı çıplak!’ fitili ateşledi. 3 kıtada hüküm süren Osmanlı’nın payitahtı İstanbul’u adeta işgal etti; bazen tek başına, bazen de kurduğu ‘ihtilal meclisi’yle yönetti. Her sözü kanun, her kelâmı kutsal kabul edilen Osmanlı Sultanı ne yapacağını bilemedi/şaşırdı. 

- Patrona Halil Diye Birisi ya da ‘yerli Spartaküs’ -

Halil adlı eşkıya - bazılarına göre de namlı yiğit! -; Arnavutluk’un Horpeşte kasabasında doğdu. Doğum tarihi; kimi tarihçilere göre 1687, kimilerine göreyse 1692 idi. Arnavut asıllıydı. Çok küçük yaşında Osmanlı Donanması’na girdi; uzun süre leventlik yaptı. Osmanlı Donanması’nda Kaptan-ı Derya’nın gemisine Kapudane, ikinci büyüğe Patrona, üçüncü büyüğe ise Riyale denirdi. Patrona gemisinde bulunmasından ötürü ‘Patrona Halil!’ diye anıldı/isimlendirildi. Gemide çıkan isyana/ayaklanmaya katıldı. Çıkarıldığı mahkemece forsalığa (kürek cezasına!) mahkûm edildi. Cezasını çektiği kadırga girdiği deniz savaşında ağır hasar aldı ve batmak üzereydi. Halil; zincirlerinden kurtulup serbest kalmayı becerdi. Niş şehrine kaçıp izini kaybettirdi. 1720’de Vidin’de başka ayaklanmaya iştirak ve liderlik etti; yakayı sıyırdı; İstanbul’a geldi. Son sığınağı/kapısı Yeniçeri Ocağı’ydı. Ataklığı, gözü pekliği, aşırı güveni ve patavatsızlığıyla sivrildi; şeytani zekâya sahipti. İnsan yönetmeyi/yönlendirmeyi doğuştan bilirdi/öğrenmiş gibiydi. ‘Kurulu düzene muhalefet’ en büyük zevkiydi. Ocakta da, ‘Patrona Halil!’ diye anıldı.

Pek çok yeniçeri gibi yasaklanmış meslekleri icra etti. Esnaflık yaptı; gündüzleri sokaklarda dolaşıp dikiş yüksüğü, iğne ve iplik sattı. Geceleri Galata meyhanelerini mekân tuttu. Kazandığı parayla salaş meyhanelerde ucuz şaraba talim etti. Kendisine yoldaşlık yapacak çok sayıda maceraperesti tanıma fırsatı yakaladı. Cesareti, gözünü budaktan sakınmayışıyla çevresinde sözü dinlenir adam sayıldı. Boş durmadı; şöhretini pekiştirdi: Dili uzun, cesareti sınırsız bir kabadayı gümletti/katletti. Galata Voyvodası tarafından tutuklandı; mahkemeye çıkarılmak üzere hapse atıldı. Araya hatırı kırıl(a)mayacak dostları girdi. Kaptan-ı Derya Mustafa Paşa’nın kefaletiyle hürriyetine kavuştu; bir kez daha ölümden döndü. 

Halil ya da bilinen ismiyle Patrona Halil; hayatını zorlaştıran şartlardan ve halkına kulaklarını kapatmış yönetimden gayri memnundu. Çevresi; hasbıhal ettiği onca esnaf ve ahali de hoşnut değildi. Ateşte patlamaya hazır mısır taneleriydiler. ‘Haliniz nicedir,’ diye soran yoktu. Dönemin tarihçilerinden Mehmet Raşit Efendi ve İsmail Asım Efendi’nin yazdıklarına bakılırsa; halkın baş kaldırmaması beklenemezdi. Damat İbrahim Paşa’nın açtığı zevk ve sefahat devrinde israf ölçüsüzdü. Geniş halk kitleleri ağır ekonomik sıkıntıdaydı. Sultan 3. Ahmet sefere çıkmak istemezdi; savaştan nefret ederdi. Çırağan eğlenceleri, geceli gündüzlü ziyafetler, Davutpaşa Sarayı’nın ünlü bahçelerinde bülbül sesi dinlemeler bıktırdı. Çırağan odaları ve helva sohbetleri çeşitli dedikodulara yol açtı. Sadrazam’ın akrabalarını kollaması, önemli memuriyetlere getirmesi, matbaanın kurulmasına izin verilmesi de tepkiyi artırdı. 

- 75 Bin Askerini Bırakıp Kaçan Paşa -

Halk arasında dolaşan dedikodulara bakılırsa daha vahim durum mevcuttu: Tebriz Muhafızı Vezir Kara Mustafa Paşa, 75 bin askerini bırakıp kaçtı. Mezhep davası güden İran Safevi Hükümdarı Nadir Şah - Türk asıllı! - Tebriz’e girdi; halkın ve askerin çoğunu kılıçtan geçirdi. Felaket haberleri üst üste geldi; İstanbul’da Sultan 3. Ahmet ve yönetici kadro, İran’a sefere çıkmak istemedi.

Patrona liderliğindeki asilerin bilinen ilk toplantısı, 25 Eylül 1730’de yapıldı. Önderlerin çoğu Arnavut asıllıydı. Muslu Beşe, Ali Usta, Kara Yılan, Çınar Ahmet, Emir Ali, Ciğerci Ramazan, Gâvur Ali, Oduncu Mehmet, Kutucu Halil, Derviş Mehmet, Turşucu İsmail, vb… Toplantıda, ayaklanmanın 28 Eylül Perşembe günü başlatılması kararlaştırıldı. O gün, görkemli bir mevlit alayı kurulacaktı. Padişah 3. Ahmet ve diğer devlet adamları, Üsküdar’a geçecek ve sefer-i hümayun hazırlıklarına katılacaktı.

28 Eylül 1730 Perşembe günü ayaklanma ateşi parladı. İsyancıların bayrağı bir hamam peştamalıydı. Beyaz zemin üzerine kırmızı ve sarı çubuklu peştamal… Bir süpürge sırığına asılıydı/bağlıydı. Asiler; perşembe gününü özellikle seçmişti. Ertesi gün cumaydı ve tatildi. Divan’ın toplanması, tedbir alması, karşı harekete geçmesi zordu.

İsyancılar; Beyazıt Camii’nin Kaşıkçılar Kapısı’ndan çıkarak eyleme geçti. 30 kişiydiler ve 3 koldan hareket ettiler. 3 saat sonra, binlerce kişiden oluşan kalabalık haline geldiler. Patrona Halil ve arkadaşları; Yeniçeri Ocağı’na girip, askeri yanına çekmeye çalıştı. Hapishaneler açıldı; mahkûmlar/tutuklular salıverildi. Çarşıya girip, esnafların dükkânlarını kapatması sağlandı. Kimsenin alış veriş yapmasına izin verilmedi. Sayısı hızla artan kalabalık, Sultan Ahmet At Meydanı’nda toplandı. Planlamaya göre; ayaklanmanın asıl merkezi Et Meydanı’ydı. Yeniçeri Ağası Hasan Ağa; öğüt verip kalabalığı dağıtmaya çalışırken, kitlenin öfkesinden ve cüretinden korktu; kaçıp saklanmayı becerebildi. 

Aslında Yeniçeri Ocağı; Sultan 3. Ahmet ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa’ya kırgındı/kızgındı. Avrupa’dan askerî uzman getirilmesine, yeni örgütlenmeye gidilmesine tepkiliydi. Yeniçerinin esnaflık yapmasının yasaklanması da diğer küsme nedeniydi. 29 Eylül 1730 Cuma günü, Yeniçeri Ocağı’nın tamama yakını isyancılara katıldı. Darbe liderleri; ilk elden yakalanacak ve öldürüleceklerin listesini yaptı. Bir yandan evlere girilip tutuklamalar başladı; öbür yandan yağmalamanın önü açıldı. Konaklara, yalılara girenler sadece talan etmedi; hane halkına tacizde/tecavüzde bulundu. 

Serbest bırakılan mahkûmlar/ayak takımı, intikam ateşiyle kavrulan halk ve rütbesiz asker, devranın döndüğünü gördü. 

- İsyancıların Talepleri ve Sonrası -

Yakalanmaktan korkanlarsa saklanacak emin liman arayışındaydı. Devrin ünlü şairi, eğlence hayatından kesitler sunan mısraların sahibi Şair Nedim de canının derdine düşenler arasındaydı. Damdan dama atlarken dengesini yitirip ağır yaralandı; oracıkta hayatını yitirdi. 

Sultan 3. Ahmet; durumun vahametini kavradı. Aynı gece, devlet erkânıyla Üsküdar’dan Topkapı Sarayı’na geçti. Bostancılar dağılmıştı; sarayda güvenliklerini sağlayacak yeterli kuvvet yoktu. Acemi oğlanlar da kazan kaldırdı; sokaklarda/meydanlarda geceleyen isyancılara katıldı.

3. Ahmet; ince ruhlu, açık fikirli, hassas, tembel, zevk-i sefaya düşkündü. Hüsnü hat denilen güzel yazıya son derece hâkimdi ve muvaffaktı. El yazısıyla 4 Kur’an-ı Kerim yazmış; hediye etmişti. Necib mahlasını kullandığı şiirleri mevcutsa da, - edebiyat tarihçilerine göre! - edebî açıdan pek kıymeti yoktu.

30 Eylül 1730 Cumartesi günü, Topkapı Sarayı’nda Divan toplandı. İsyancıları destekleyen İstanbul Kadısı Zülâli Hasan Efendi; Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın görevden alınmasını ve idamını önerdi. Padişah; damadı Sadrazam’ı azletti; ama canına kıy(a)madı. İsyancı tayfasına elçi gönderip, ne istediklerinin öğrenilmesi kararlaştırıldı.  Aracılık yapan haseki ağası uzun listeyle döndü. İsyancılar; Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın, Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa Paşa’nın, Şeyhülislam Abdullah Efendi’nin de içinde bulunduğu 37 kişinin kendilerine teslim edilmesini talep ederdi. Sarayı zorda bırakmak için de su yolları kapatılmıştı. Erzak girişine engel olunmuştu. 

- Şeyhülislam Abdullah Efendi Hayatta Kalmak İçin Gözyaşı Döktü -

Abdî Tarihi’nde nakledildiğine göre 3. Ahmet; Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’yı, damatları Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa Paşa ile Sadaret Kethüdası Mehmet Paşa’yı boğdurdu. Cesetlerini Alay Köşkü’nün duvarından dışarıya attırmak istedi. Ama cenazelerin öküz arabalarına yüklenip gönderilmesi benimsendi. Ulema; Şeyhülislam Abdullah Efendi’nin katlinin caiz bulunmadığına ilişkin fetva verdi. Fetva için toplantı sürerken, Abdullah Efendi gözyaşı döktü; yaşlılığını ileri sürdü; herkese yardım ettiğini hatırlattı; adeta yalvardı. Kimseye zararının dokunmayacağı teminatını verdi. İsyancılar da, Şeyhülislam’ın öldürülmesi için ısrar göstermedi. Tarih; 1 Ekim 1730 Pazar’dı.

Abdî Tarihi’nin kayıtlara göre; isyancılar cesetleri inceledi. Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın cesedinin sünnetsiz olduğu ileri sürüldü. ‘Bu ceset; sünnetsiz bir Ermeni kâfirine aittir!’ diye feveran ettiler. Sadrazam’ın cesedinin boynuna ip geçirip, hamal beygirinin kuyruğuna bağladılar; gerisin geri gönderdiler. Ardından Saray’a doğru yürüyüşe geçtiler. Alay Köşkü önüne mahşeri kalabalık toplandı. Padişah; pencereye çıkıp görünmek zorunda kaldı.

İsyancılar; kendilerine teslim edilen cesetleri parçaladı. Sultan 3. Ahmet’in yaptırdığı, adını taşıyan çeşmenin önüne bıraktılar.

Ulemadan Zulalî Hasan Efendi ile Ayasofya Vâizi İspirizâde Ahmet Efendi; asilerle uzlaşma sağlanması için gönderildi. Ayak takımı ve isyancılar; 3. Ahmet’in tahtan feragat etmesini talep etti; şeriat kurallarına uymadığını iddia etti. Padişah; duyduklarına çok üzüldü; gözyaşlarını tutamadı. Kendisine ve ailesine zarar verilmemesi, can güvenliğinin sağlanması halinde tahttan çekilebilecekti. Patrona Halil ve ihtilal meclisi; Kur’an-ı Kerim’e el basıp and içti.

- Yeni Sultan: Birinci Mahmut Han -

3. Ahmet; 2 Ekim 1730 Pazartesi günü, ağabeyi 2. Mustafa’nın büyük oğlu, Şehzade Mahmut’u Kafes Köşkü’nden çıkartıp yanına getirtti. Nasihatlerde bulundu; kendisi ve şehzadeleri yeni padişaha biat etti. Devrik hükümdar 3. Ahmet ailesiyle birlikte Şehzade Dairesi’ne çekildi. 

Şehzade Mahmut; Mahmûd-ı Evvel ya da 1. Mahmut, Hırka-ı Saadet dairesine gidip şükür namazı kıldı. Gece yarısından sonra Saray’da iç biat töreni düzenlendi.

3 Ekim 1730 Salı günü İstanbul halkı; yeni hükümdarın tahta oturuşunu ilan eden top gürlemeleriyle uyandı. Sadrazamlığa Silahtar Mehmet Paşa tayin edildi. Dış biat törenine geçildi. Protokolde skandal yaşandı: Ayaklanma liderleri uygunsuz kıyafet, hareket ve laubali tavırlarıyla saygıdan uzaktı. Mesela Patrona Halil; eski, yıpranmış bir yeniçeri elbisesi giydi. Muslu Beşe vb. gibi ayaklanma liderleri sıranın en önündeydi. İsyancılar; tahta çıkardıkları yeni hükümdarı küçümsedi; her davranışlarıyla kendilerine borçlu olduğunu hatırlattı/hatırlatmaya çalıştı.

Patrona Halil cüretkârlıkta sınır tanımadı. Devleti yönettiğini göstermek için atamalara girişti. Yoldaşı Müderris İbrahim’i İstanbul Kadısı yaptı. Yine yandaşlarından Nişli Kel Mehmet’i Yeniçeri Ağası, Urlu Murteza’yı Sekbanbaşı yaptı. Veresiye et aldığı Rum Kasap Yanaki’yi Buğdan Voyvodalığı’na tayin etti. Defter kayıtlarına göre; ayaklanma öncesi yeniçeri sayısı 40 bin kişiydi. 2 ay sonra, 70 bini geçti.

Yeni padişah; 6 Ekim 1730’da Eyüp Sultan’da kılıç kuşandı. 1. Mahmut tören alanına atıyla geldi. Patrona Halil; Padişah’ın önünde beygirinin üzerindeydi. Ayakları çıplaktı; belinde yalın kılıcı parlardı; sırtındaki gömlek parça parçaydı. Patrona Halil; cülus bahşişine kendi taraftarlarını da yazdırdı; 3 bin civarındaki isyancı nasiplendi.

Darbenin liderleri; durumlarına hukukî resmiyet kazandırmak istedi. Canlarına halel getirilmemeli, ceza almamalı, diğer talepleri de gerçekleştirilmeliydi. İddialarına/fikirlerine göre yaptıkları eylem şeriata aykırı değildi; yeni Şeyhülislam Mirzazâde Şeyh Mehmet Efendi fetva yayınlayıp, haklılıklarını belgelemeliydi.  Yeni hükümdarın kararı olumluydu: Yeni Şeyhülislam, 11 Ekim 1730 Çarşamba günü, isyancı liderlerinin ceza almayacaklarına ilişkin hücceti sundu. İsyancılar da; Et Meydanı’ndaki çadırları kaldırdı. Görünüşte isyan sona erdi. İstanbul’da çarşılar açıldı; hayat normale döndü.

- Birinci Mahmut Sabırlı ve Planlamacıydı -

Ama Patrona Halil yerinde dur(a)mayan ruh haline sahipti. Topkapı Sarayı’na - istediği zaman! - gidip Sultan Birinci Mahmut’la görüştü. Yine tepeden tırnağa silahlıydı ve hırpani kılıklıydı. Divan toplantılarına katıldı. Padişah devlet işleriyle meşgulse; Valide Saliha Sultan ile sohbet etti. Yazılanlara bakılırsa Valide Sultan; Patrona Halil’e ‘Oğlum!’ diye seslendi ve cömert ihsanlarda bulundu. Patrona da parayı çevresindeki çapulculara dağıttı. İstediğini yaptırdı; dilediği gibi davrandı. Baş defterdar İzzet Ali Paşa’nın konağına el koyup yerleşti. Haraç toplamaya, vermeyenleri katletmeye başladı. Müteveffa Sadrazam Damat İbrahim Paşa döneminde yaptırılan köşkleri, sanat eseri ahşap sarayları yaktırmaya/yıktırmaya girişti. Çarşıda pazarda esnafları denetime aldı.

1. Mahmut; sabırlı ve planlamacıydı. Ayaklanma liderlerini İstanbul’dan uzaklaştırmayı denedi. Fırsat yakalamak için soğukkanlı davranması gerektiğini bilirdi. 1730 Kasım’ın ortalarında beklediği fırsat önüne geliverdi. Patrona Halil ve şürekâsına sağlanan ayrıcalıklar asker arasında huzursuzluk yarattı. Kapıkulu askerleri; Patrona ve tayfasına cephe aldı. Yer yer didişmeler ve kavgalar patlak verdi. 

Padişah; Patrona’nın da rahatsızlığını haber alınca, durumu kullandı. Kendisini Rumeli Beylerbeyliği’ne atayacağını ve kaftan giydirileceğini bildirdi. Patrona Halil; öneriyi hemen reddetti. Sonunu getirebilecek operasyona kurban gitmek istemedi.

Ama Osmanlı’da plan, tuzak, oyun bitmezdi. Hele devlet terbiyesi ve eğitimi almamış, öfkesini ve hırsını yenmekte/engellemekte zorlanan isyancının kündeye getirilmesi daha da kolaydı. Bazı yeniçeri ağalarına ihsan-ı şahane - 5 bin altın! - gönderildi; bağlılıkları sağlandı. Yeniçeri Ocağı; padişahın tarafına geçince dengeler değişti. Kaptan-ı Derya Mehmet Paşa ve Kırım Hanı Birinci Kaplan Giray’ın işbirliğiyle usta işi plan kurgulandı. Patrona Halil; padişahla görüşmek için yeniden saraya çağrıldı. Patrona Halil yanına 3 yandaşını aldı; peşine 900 kadar ayakçısını kattı; Topkapı Sarayı’nın kapısına dayandı. Patrona ve yanındaki 3 kişi; saray kapısındaki nöbetçi yeniçerilerce içeriye alındı. Kalabalık güruh dışarıda bırakıldı. Patrona ve avanesi; Revan Köşkü’nün kapısında Hükümdar ile görüşmeyi beklerken tuzağa düşürüldü. Pehlivan Halil Ağa’nın yönetimindeki yeniçeriler ani davrandı; hareket etmelerine fırsat vermeden asilerin kellelerini alıverdi. Ardından cesetler öküz arabalarına yüklenip, saray kapısının önüne bırakıldı. İsyancılar manzaranın dehşetinden korkup kaçışırken fire de verdi. 18 isyancı, yeniçerilerce yakalandı; boğulup 3. Ahmet Çeşmesi’nin önüne terk edildi.

- İstanbul Hamamları Arnavut Tellâklara Kapandı -

Sultan Birinci Mahmut hiç düşünmeden yarayı dağladı: İsyana karışan, kazan kaldıran, halkın malına ve ırzına tecavüz eden asileri yakalatıp idam ettirdi. Halkın devreye girmesi ve ayak takımını yakalaması/cezalandırmasıyla da canını yitirenlerin sayısı 15 bini aştı. Akabinde İstanbul hamamlarında çalışan Arnavut asıllı bütün tellâklar toplandı; Anadolu’ya sürgüne gönderildi. Arnavut tellâkların İstanbul hamamlarında çalışmaları yasaklandı. Gitmemekte direnenlerin başları vurduruldu. 

Böylece 25 Kasım 1730 tarihinde, Sultan Birinci Mahmut iktidarını sağlamlaştırdı; Patrona Halil ve arkadaşlarının ayaklanmasının bütün izleri silindi. ‘Türk Spartaküsü’ diye de tanımlanan Arnavut tellâk; hem tarihe geçti; hem de kimi yerli sosyalistlerin kahramanı oluverdi. Patrona Halil olayı; örgütlü halk kitlelerinin tarihi değiştirebileceğini de ortaya koydu.

5 April 2019 23:00
1,831 kez okundu

Ali Hikmet İnce



Benzer Yazılar

‘Kıbrıs’ı Veren’ 2. Abdülhamit

2. Abdülhamit’in saltanatının 2. yılında Osmanlı yok oluşun eşiğinden döndü. Tarih, ’93 Harbi’ gibi örneğine çok az rastlanır drama şahitlik etti. Ruslar, İstanbul’un tarihi surlarına kadar ulaştı. Her an şehri alabilir, her şeyi talan edebilir, binlerce insanı öldürebilirlerdi. Sultan şoka girdi, ne yapacağını bilemedi. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’ın önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ı vermesi karşılığında şahsının ve imparatorluğun hayatiyetini garantiye alabilecekti! ‘Denize düşen yılana sarılırdı!’

Kulağı ve Burnu Kesilen Padişah

Sultan 2. Osman, çocuk denilecek yaşta tahta çıktı. Devleti kendi bildiği gibi yönetmeye kalkıştı. Sert, tavizsiz, hayli acımasız idare kurmaya çalıştı. Bilhassa asker ve ulema ile uğraştı. Kendince reformlara girişti. Muhaliflerinin ve düşmanlarının sayısını artırdı. Tarihe, ‘askeri ihtilalde öldürülen ilk Osmanlı Sultanı,’ diye geçti.

‘Taş Bebek’ Gönül Yazar

Gönül Yazar, kaliteli sesi, düzgün fiziği ve renkli yaşamı ile hep zirvedeydi. 1960 yapımı ‘Taş Bebek’in senaryosu sanki kendisi için yazılmıştı. Bir anda şöhretin doruklarına ulaştı. Baş döndüren natürel güzelliği ile erkeklerin yoğun ilgisine mazhar oldu. Film gibi yaşadı. Pek çok meslektaşı tarafından örnek alındı ve taklit edildi.

67 Yıl Sonra Mezarı Bulunan Bakü Fatihi

Bakü’ye giren Kafkas İslam Orduları Komutanı ‘Fahri Ferik’ Nuri Bey’in anavatanındaki ‘sembolik sayılabilecek’ mezarı 67 yıl boyunca bulunamadı. Araştırmacı Atilla Oral Bey olmasa belki de kıyamete kadar kayıp kalacaktı.

Çankaya Köşkü'nde Eşek Sütüyle Güzellik Banyosu

Prenses Süreyya, İran İmparatoriçesi sıfatı ile ülkemize - 1951 ve 1956’da! - iki resmi ziyarette bulundu. Büyük ilgi gördü, el üstünde tutuldu. Güzellik reçetesini de uygulamasına fırsat tanındı…

‘Türk Kasabı’ Kuyucu Paşa / 2

Kuyucu Murat Paşa, hac vazifesini de yerine getirdi. Yemen Beylerbeyi iken, ‘Seyfullah’ - ‘Allah’ın Kılıcı’! - diye bilinen ünlü Arap komutan Hâlid bin Velîd’in palasını bulup satın aldı! Tarihçiler, ‘Giriştiği savaşlarda Velîd’in silahını kullandığını,’ yazacaktı!

‘Türk Kasabı’ Devşirme - 1

Kuyucu, 90’ına ulaşmış inatçı ihtiyardı. Devleti ve padişahı, her daim ‘nimet’ bildi. Aldığı em(irle)ri, harfiyen - hatta fazlası ile abartarak! - uyguladı. ‘Devşirme yönetimindeki’ Osmanlı’nın Anadolu’da katlanılmaz dereceye varan icraatına karşı durmaktan başka çaresi kalmayan kişilere ve kitlelere karşı, tarihte örneğine pek az rastlanan kanlı sindirme harekâtına girişti!

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

Fatih’in ‘Çapkın’ Şehzadesi

Fatih’in 2. oğlu, Şehzade Mustafa, askerliğe yatkındı, şiir söylerdi. Yakışıklı, hareketli ve ‘hercaî’ idi. Saray’ın ve hareminin cinsi latiflerini kendine hayran ederdi. ‘Güzelleri yalnız bırakmayı sevmediği,’ kayıtlara geçildi. Bu yüzden de hayatını yitirecekti!’

‘Paşanın Güzel Karısına Göz Koyan’ Padişah

Çeyrek asırlık süreçte her gün ölüm korkusuyla yaşayan Şehzade İbrahim, tahta çıkınca hayattan kâm almaya girişti. Harem, - yakın çevresinin ve yağcılarının da yardımıyla! - güzel cariyelerle dolup taştı. Ama Padişah’ın gözü doymadı. Kendine methedilen evli hanımlara da el atmaya, gönül eğlendirmeye kalkıştı!

CIA’nin Hedefindeki ‘Düşünce Silahşoru’

Osman Nuri Koçtürk, tek başına ABD’ye kafa tuttu/savaş açtı. Süt tozu, hibrit tohum, yumurta/et tavuğu, soya yağı, yabancı menşeli gübre gibi hayati ürünlere karşı çıktı. Süper/’emperyalist’ devletlerin, ‘zayıf müttefiklerinin topraklarını ve insanlarını deneylerinin malzemesi olarak kullandığını’ ortaya koydu/ispat etti. ‘Yeniçağın yeni silahlarını teşhir etti!’

Huzurevinde Sönen Yıldız

Altan Karındaş çok yönlü sanatçıydı. İlk Türk şov kadınıydı. İnsan, çocuk ve hayvan taklitlerini çok iyi yapardı. TSM’yi bilirdi, makamlara vakıftı. Makber’i kusursuz seslendirirdi. Sadece sanatçı yönüyle değil, güzelliğiyle de çekim merkeziydi.

Kod Adı: ‘Fakülteli’

Mahir Kaynak - sonradan profesör! - ‘Madanoğlu Cuntası’ diye bilinen illegal örgütü izleyen, belgeleyen ve ortaya çıkaran kişiydi. Teşekkül üyesi diğer arkadaşları ile hapse girmeyi kabul etmesine rağmen arzusu reddedildi. Türk İstihbarat Tarihi’ne adı ‘açığa çıkan ilk MİT mensubu’ şeklinde geçti.

Nazım’ın Tek Taraflı Aşkı

Suat Derviş (Hatice Saadet); güçlü, mağrur, bildiği yolda dönmeyecek kadar cesur, kartvizitinde pek çok ilki taşıyan kadındı.

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 2

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

‘Türk Kasabı’ Kuyucu Paşa / 2

Kuyucu Murat Paşa, hac vazifesini de yerine getirdi. Yemen Beylerbeyi iken, ‘Seyfullah’ - ‘Allah’ın Kılıcı’! - diye bilinen ünlü Arap komutan Hâlid bin Velîd’in palasını bulup satın aldı! Tarihçiler, ‘Giriştiği savaşlarda Velîd’in silahını kullandığını,’ yazacaktı!

‘Türk Kasabı’ Devşirme - 1

Kuyucu, 90’ına ulaşmış inatçı ihtiyardı. Devleti ve padişahı, her daim ‘nimet’ bildi. Aldığı em(irle)ri, harfiyen - hatta fazlası ile abartarak! - uyguladı. ‘Devşirme yönetimindeki’ Osmanlı’nın Anadolu’da katlanılmaz dereceye varan icraatına karşı durmaktan başka çaresi kalmayan kişilere ve kitlelere karşı, tarihte örneğine pek az rastlanan kanlı sindirme harekâtına girişti!

Kardeşini Zehirleten Padişah!

Fatih’in büyük oğlu Şehzade Bâyezid, babasının ardından tahta çıktı. Fakat atasının izinden gitmedi. Resim, heykel gibi güzel sanatlara uzak durdu. Hatta bazı dinî saiklarla yasak(lar) getirdi. Oysa şehzadeliğinde ‘hazcı anlayışı’ benimsemişti.

Osmanlı’nın Rum ‘Valide Sultanları’

Orhan Gâzi’nin birinci eşi ‘Holofira’ ya da ‘Nilüfer Hatun’, Osmanlı Hanedanı’na giren ilk ‘yabancı kökenli gelin’ti. Kroniklere/tarihçilere bakılırsa, oğullarının padişahlığını gören ‘ecnebi’ hanım sultanların sayısı 23 idi! Bazılarına göre, adet daha da fazlaydı!

Osmanlı'nın İlk ‘Hadım’ Sadrazamları

Osmanlı’nın Balkan’dan devşirdiği, hadım ettirip, Enderun’da eğitime aldığı sonra da devlet görevi verdiği kişiye ‘Akağa’ denirdi. Aralarından beylerbeyi, vezir, ordu komutanı ve hatta sadrazam(lar) çıktı. İlk ‘buruk vezîr-i âzam’ da, ‘Hadım Ali Paşa’ydı!

‘Çalan’ Ama ‘Çalışan’ Sadrazam / 2

Kanuni Sultan Süleyman’ın biricik, dünya güzeli kızı Mihrimah Sultan’ın kocası, Damat Rüstem Paşa, maliyeden iyi anlardı. Devlet hazinesi ağzına kadar doldu. Sadaretinde, Osmanlı’da rüşvet yaygınlaştı. Fukara halkın özellikle de köylünün üzerine kaldırılamayacağı vergiler bindirildi. Toprak verimsiz, ürün yetersizdi. Çiftçiler, azalan kazançları karşısında ekip biçmekten vazgeçmeye başladı.

‘Devlet Hatun’ Latife Hanım!

Latife Uşşaki Hanım geçmişine ve anılarına saygılıydı. Mustafa Kemal Paşa’ya eşsiz aşkla bağlandı. 2,5 yıl süren evliliği bitince, İstanbul ve İzmir’de yaşadı. Toplantılara katılmadı, görüşme isteklerini reddetti. Paşası ile yaşadığı dönemde çekilen fotoğraflarıyla hatırlanmak istedi.

Zeki Müren’in İlkleri

Zeki Müren; Türk Sanat Müziği’nde geleneksel yapıyı-anlayışı değiştirdi; pek çok yeniliğe imzasını attı.

Hitler’in Türkiye’yi İşgal Planı

Hitler’in Alman Gizli Servisi’nde çok güvendiği elemanlardan oluşan bir gruba Türkiye ile ilgili ‘çok gizli’ bir işgal planı hazırlattığı iddia edildi.

‘Tavukları Pişirmişem!’

Çadırda doğdu, gecekonduda öldü. Uçak satın almaya yetecek para kazandı. Ailesini her şeyin üstünde tuttu. ‘Ben, ‘ordu!’ besliyorum,’ diyecekti! 3. evliliğinde mutluluğu bulabildi. Vefat edince, ‘barak’lar öksüz kaldı!

‘Türk Kasabı’ Kuyucu Paşa / 2

Kuyucu Murat Paşa, hac vazifesini de yerine getirdi. Yemen Beylerbeyi iken, ‘Seyfullah’ - ‘Allah’ın Kılıcı’! - diye bilinen ünlü Arap komutan Hâlid bin Velîd’in palasını bulup satın aldı! Tarihçiler, ‘Giriştiği savaşlarda Velîd’in silahını kullandığını,’ yazacaktı!

‘Türk Kasabı’ Devşirme - 1

Kuyucu, 90’ına ulaşmış inatçı ihtiyardı. Devleti ve padişahı, her daim ‘nimet’ bildi. Aldığı em(irle)ri, harfiyen - hatta fazlası ile abartarak! - uyguladı. ‘Devşirme yönetimindeki’ Osmanlı’nın Anadolu’da katlanılmaz dereceye varan icraatına karşı durmaktan başka çaresi kalmayan kişilere ve kitlelere karşı, tarihte örneğine pek az rastlanan kanlı sindirme harekâtına girişti!

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

Kardeşini Zehirleten Padişah!

Fatih’in büyük oğlu Şehzade Bâyezid, babasının ardından tahta çıktı. Fakat atasının izinden gitmedi. Resim, heykel gibi güzel sanatlara uzak durdu. Hatta bazı dinî saiklarla yasak(lar) getirdi. Oysa şehzadeliğinde ‘hazcı anlayışı’ benimsemişti.

Ferhantoloji

Ferhan Şensoy, tiyatromuzun son yarım yüzyılda yetiştirdiği birkaç sivri dilli, muhalif, yazdığı okunan, sahnelediği seyredilen sanatkârlardandı. Heyecanlı, hareketli, yüksek tansiyonlu, özenilecek, serüven dolu hayat sürdü. Geride çok sayıda eser, anı ve dost bıraktı.

Yıldız Kenter: ‘Hayatım Tiyatro…’

Tiyatromuzun temel direklerindendi. Hayatını tiyatroya adadı ve adını en yükseğe yazdırdı. Yıldız Kenter: ‘Tiyatromuzun Divası’ydı…

MİT’çi Aktör / I

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

MİT’çi Aktör / 2

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 1

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

Kardeşini Zehirleten Padişah!

Fatih’in büyük oğlu Şehzade Bâyezid, babasının ardından tahta çıktı. Fakat atasının izinden gitmedi. Resim, heykel gibi güzel sanatlara uzak durdu. Hatta bazı dinî saiklarla yasak(lar) getirdi. Oysa şehzadeliğinde ‘hazcı anlayışı’ benimsemişti.

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 2

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

‘Türk Kasabı’ Kuyucu Paşa / 2

Kuyucu Murat Paşa, hac vazifesini de yerine getirdi. Yemen Beylerbeyi iken, ‘Seyfullah’ - ‘Allah’ın Kılıcı’! - diye bilinen ünlü Arap komutan Hâlid bin Velîd’in palasını bulup satın aldı! Tarihçiler, ‘Giriştiği savaşlarda Velîd’in silahını kullandığını,’ yazacaktı!

‘Türk Kasabı’ Devşirme - 1

Kuyucu, 90’ına ulaşmış inatçı ihtiyardı. Devleti ve padişahı, her daim ‘nimet’ bildi. Aldığı em(irle)ri, harfiyen - hatta fazlası ile abartarak! - uyguladı. ‘Devşirme yönetimindeki’ Osmanlı’nın Anadolu’da katlanılmaz dereceye varan icraatına karşı durmaktan başka çaresi kalmayan kişilere ve kitlelere karşı, tarihte örneğine pek az rastlanan kanlı sindirme harekâtına girişti!

Kardeşini Zehirleten Padişah!

Fatih’in büyük oğlu Şehzade Bâyezid, babasının ardından tahta çıktı. Fakat atasının izinden gitmedi. Resim, heykel gibi güzel sanatlara uzak durdu. Hatta bazı dinî saiklarla yasak(lar) getirdi. Oysa şehzadeliğinde ‘hazcı anlayışı’ benimsemişti.

Osmanlı’nın Rum ‘Valide Sultanları’

Orhan Gâzi’nin birinci eşi ‘Holofira’ ya da ‘Nilüfer Hatun’, Osmanlı Hanedanı’na giren ilk ‘yabancı kökenli gelin’ti. Kroniklere/tarihçilere bakılırsa, oğullarının padişahlığını gören ‘ecnebi’ hanım sultanların sayısı 23 idi! Bazılarına göre, adet daha da fazlaydı!

Cem Karaca’dan ‘Karabağ Şarkısı’

Cem Karaca, babası Mehmet Bey’in öğüdüne bağlı kaldı: ‘Bu toprakların ezgilerini söyledi!’ Türk Dünyası’na ilgisini hiç azaltmadı. Karabağ’ın işgalini telin etti! ‘Karabağ Şarkısı’nı besteledi. ‘Nerede Kalmıştık?’ adlı kasetinde yer verdi.

Adı Filistin Olan Sevda

Cem Karaca, ülke ve dünya sorunlarıyla yakından ilgilendi. Filistin’in ezilen halkına karşı özel alâka/sempati duydu. ‘Mutlaka Yavrum’ gibi bazı popüler parçalarını ithaf etti. Kamuoyunda farkındalık yaratmaya çalıştı.

‘Türk Kasabı’ Kuyucu Paşa / 2

Kuyucu Murat Paşa, hac vazifesini de yerine getirdi. Yemen Beylerbeyi iken, ‘Seyfullah’ - ‘Allah’ın Kılıcı’! - diye bilinen ünlü Arap komutan Hâlid bin Velîd’in palasını bulup satın aldı! Tarihçiler, ‘Giriştiği savaşlarda Velîd’in silahını kullandığını,’ yazacaktı!

‘Türk Kasabı’ Devşirme - 1

Kuyucu, 90’ına ulaşmış inatçı ihtiyardı. Devleti ve padişahı, her daim ‘nimet’ bildi. Aldığı em(irle)ri, harfiyen - hatta fazlası ile abartarak! - uyguladı. ‘Devşirme yönetimindeki’ Osmanlı’nın Anadolu’da katlanılmaz dereceye varan icraatına karşı durmaktan başka çaresi kalmayan kişilere ve kitlelere karşı, tarihte örneğine pek az rastlanan kanlı sindirme harekâtına girişti!

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

Bataklıkta Açan Çiçek: ‘Esengül’

Esengül, 24 yıllık kısacık ömründe çoğumuzun yüreğine dokunmayı başardı. Şarkılarıyla yaşamımıza karıştı, kalplerimizi sızlattı. Küllenmiş hatıralarımıza yeniden köz verdi. İstanbul’un varoşlarına yerleşe(bile)n Anadolu insanının sevda/hasret dünyasını canlı tuttu.

MİT’çi Aktör / I

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

MİT’çi Aktör / 2

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

Kardeşini Zehirleten Padişah!

Fatih’in büyük oğlu Şehzade Bâyezid, babasının ardından tahta çıktı. Fakat atasının izinden gitmedi. Resim, heykel gibi güzel sanatlara uzak durdu. Hatta bazı dinî saiklarla yasak(lar) getirdi. Oysa şehzadeliğinde ‘hazcı anlayışı’ benimsemişti.

‘Paşanın Güzel Karısına Göz Koyan’ Padişah

Çeyrek asırlık süreçte her gün ölüm korkusuyla yaşayan Şehzade İbrahim, tahta çıkınca hayattan kâm almaya girişti. Harem, - yakın çevresinin ve yağcılarının da yardımıyla! - güzel cariyelerle dolup taştı. Ama Padişah’ın gözü doymadı. Kendine methedilen evli hanımlara da el atmaya, gönül eğlendirmeye kalkıştı!

Fatih’in ‘Çapkın’ Şehzadesi

Fatih’in 2. oğlu, Şehzade Mustafa, askerliğe yatkındı, şiir söylerdi. Yakışıklı, hareketli ve ‘hercaî’ idi. Saray’ın ve hareminin cinsi latiflerini kendine hayran ederdi. ‘Güzelleri yalnız bırakmayı sevmediği,’ kayıtlara geçildi. Bu yüzden de hayatını yitirecekti!’

Dünyaya Doyamayan 160’lık Delikanlı / 1

Bitlisli Zaro Ağa, ömrünün tamamına yakınını İstanbul’da geçirdi. Güçlü kuvvetli, tuttuğunu koparan adamdı. Ölünceye kadar sigara içmeyi sürdürdü. ‘Dünyanın En Uzun Yaşayan Adamı’ diye ünlendi. Otopsisinde 3 böbrekli olduğu ortaya çıktı.

Dünyaya Doyamayan 160’lık Delikanlı / 2

Zaro Ağa, 130 yaşından sonra çok ünlendi fakat para kazamadı. Dünyayı dolaştı. Popüler isimlerle tanıştı, fotoğraf çektirdi. Reklam kampanyalarında etkin rol aldı. Kartpostalları/foto kartları yüz binlerce satıldı. Kısacası Ağa, ülkemizin ilk ‘uluslar arası medya ikonu’ydu!

50 Yıl Hapis Yatan Padişah

25. Osmanlı hükümdarı Sultan Osmân-ı Salis - 3. Osman! -, neredeyse ömrünün tamamına yakınında hapisteydi. Rutubetli, karanlık, az sayıda insanın gir(ebil)diği ‘kafes’de yarım asırdan fazla tutuklu kaldı. Güneşe, suya, doğaya hasretti. Memleket ve dünya siyasetinden uzaktı. İstanbul’un günlük hayatından bîhaberdi. ‘Ama kaderinde cihan devletinin tahtına oturmak da vardı!’

İki Defa Gömülen Vezir-i Azam

Hekimoğlu Ali Paşa, Osmanlı coğrafyasının tamamına yakınını dolaştı/gördü. Yöneticilik yapmadığı bölge - nerede ise! - kalmadı. İmparatorluğun en yüksek makamına ‘sadrazamlığa/vezir-i azamlığa’ - tam 3 defa! - kadar yükseldi. Devleti kontrol eder duruma geldi. Daima halkın yanında durdu, sorunları çözmeye çalıştı. ‘Maaşından başkaca gelire sahip olmadı. Rüşvete, irtikâba, hediyeye bulaşmadı/tenezzül etmedi!’ Şahsi birikimini cami, külliye, çeşme, kütüphane gibi hayır işlerinde harcadı. ‘Ailesine de temiz ismini miras bıraktı!’

Alman Konsolosluğu’nda Uyuyan Osmanlılar

Boğaz manzaralı 55 bin metrekare alan için 95 bin Taler (O dönemde kullanılan Alman parası!) ödendi. Almanlar, mezarlık halindeki alanı çevirip temizledi.

Diğer Türk Tarihi Yazıları

Dünyaya Doyamayan 160’lık Delikanlı / 2

Zaro Ağa, 130 yaşından sonra çok ünlendi fakat para kazamadı. Dünyayı dolaştı. Popüler isimlerle tanıştı, fotoğraf çektirdi. Reklam kampanyalarında etkin rol aldı. Kartpostalları/foto kartları yüz binlerce satıldı. Kısacası Ağa, ülkemizin ilk ‘uluslar arası medya ikonu’ydu!

Dünyaya Doyamayan 160’lık Delikanlı / 1

Bitlisli Zaro Ağa, ömrünün tamamına yakınını İstanbul’da geçirdi. Güçlü kuvvetli, tuttuğunu koparan adamdı. Ölünceye kadar sigara içmeyi sürdürdü. ‘Dünyanın En Uzun Yaşayan Adamı’ diye ünlendi. Otopsisinde 3 böbrekli olduğu ortaya çıktı.

Tahta Çıkınca ‘Sünnet Olan’ Padişah

I. Ahmet, 14 yaşında tahta oturdu. 14. Osmanlı padişahıydı. 14’ünde sünnet edildi. Saltanatı 14 yıl sürdü. Bazı müverrihlere göre 14 oğul babasıydı. İnşa ettirdiği caminin ‘Ahmediye Camii’nin - Sultan Ahmet Camii! - ilk tasarımında 14 şerefesi olduğu yazılacaktı. Sultan Ahmed-i Evvel’in hayatı ilgi çekici olaylar ve tezatlarla doluydu.

Osmanlı’nın Rum ‘Valide Sultanları’

Orhan Gâzi’nin birinci eşi ‘Holofira’ ya da ‘Nilüfer Hatun’, Osmanlı Hanedanı’na giren ilk ‘yabancı kökenli gelin’ti. Kroniklere/tarihçilere bakılırsa, oğullarının padişahlığını gören ‘ecnebi’ hanım sultanların sayısı 23 idi! Bazılarına göre, adet daha da fazlaydı!

Osmanlı’nın Tek ‘Kadın Padişahı’

Kösem Sultan, Osmanlı Hanedanı’nın tahta çıkan erkek üyelerinin çoğundan daha uzun süre hüküm sürdü. Devleti - tek başına! - 20 yılı aşkın idare etti. Bürokrasideki rakip/karşıt grupları/kanatları ustalıkla dengeledi. Ağzından çıkan her kelime ‘buyruk’/‘kanun’ kabul edildi. ‘Kadife eldiven içindeki çelik ele benzetildi!’

‘Kıbrıs’ı Veren’ 2. Abdülhamit

2. Abdülhamit’in saltanatının 2. yılında Osmanlı yok oluşun eşiğinden döndü. Tarih, ’93 Harbi’ gibi örneğine çok az rastlanır drama şahitlik etti. Ruslar, İstanbul’un tarihi surlarına kadar ulaştı. Her an şehri alabilir, her şeyi talan edebilir, binlerce insanı öldürebilirlerdi. Sultan şoka girdi, ne yapacağını bilemedi. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’ın önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ı vermesi karşılığında şahsının ve imparatorluğun hayatiyetini garantiye alabilecekti! ‘Denize düşen yılana sarılırdı!’

‘Padişah Oğlunu Boğduran’ Valide

Tarihçilerin ‘Rum asıllı!’ dedikleri Kösem Sultan, İslâm dinini benimsedi, Harem’de eğitildi/yetiştirildi. Osmanlı Devleti’ni 20 yılı aşkın süre yönetti. Sultanlığın, milletin, Sünni İslam dünyasının kaderinde birincil derecede söz/hak sahibi oldu.