On İki Ada’yı - Maalesef! - Osmanlı Verdi

Siyasi tarihimizde 2 tane Lozan Antlaşması vardı. İlki 15 Ekim 1912’de, ikincisi 24 Temmuz 1923’de imzalandı. Osmanlı; Lozan’ın Ouchy semtinde imzalanan birinci antlaşma ile 12 Ada’yı İtalya’ya - geri alabilmek/ödünçlük koşulu ile! - bıraktı.

On İki Ada’yı - Maalesef! - Osmanlı Verdi

Yaygın kanaatin aksine 12 Ada’yı, 1923’deki Lozan’da değil, 1912’de yine Lozan’da, ama sahil semti Ouchy’de imzalamak zorunda kaldığımız antlaşmayla yitirdik. Muahede; siyasi tarihimize ‘Uşi An(t)laşması’ adıyla geçti. Hatta pek çok tarihçi tarafından, 1940’lı yıllara kadar ‘Birinci Lozan Anlaşması’ şeklinde değerlendirildi. Sonra 2. Lozan hep hatırlana geldi; 1. Lozan ise - adeta! - siyasi literatürümüzden çıktı/unutuldu.

Yunanca Dodecanesos (dodeca (oniki), nesos (adalar)) kelimesi; Türkçe’ye 12 Ada(lar) diye çevrildi ve kullanıla geldi. Osmanlı’nın bölgedeki farklı yönetim biçimi de adın belirginleşmesini sağladı.

Osmanlı; Rodos ve 12 Ada’yı, 1522’de başlayan bir dizi fetihle kazandı. Adalar, Hospitalier Şövalyeleri’nin hâkimiyetindeydi. Şövalyeler, Rodos’tan çıkarılınca; öteki adalarda da tutunamadı. Fetih sonrası, devlet eliyle bölgeye Türk aileleri yerleştirildi. Göç desteklendi/özendirildi.

- İtalya, 12 Ada’yı İşgal Etti… -

12 Ada; 400 yıl boyunca Osmanlı’nın yönetiminde kaldı. Nüfusunun çoğunluğu gayri Müslimdi. Fakat önemli oranda Müslüman ahali de yaşardı. Bölgede 14 büyük ada, 20’den fazla da adacık vardı.

1911’de, İtalya, Trablusgarp’a saldırdı; ama beklemediği oranda direnişle karşılaştı. Osmanlı’yı barışa ve bölgeyi teslime zorlamak için, Rodos’u ve 12 Ada’yı işgal etti. Güçlü donanması ve yerel Rum ahalinin de desteğiyle zorlanmadı. Hatta cüretkâr adım daha attı: Çanakkale’ye kadar gelip boğazı geçmeyi denedi; başaramadı.

Osmanlı’nın karşı koyabilecek güçte donanması mevcut değildi. Daha doğrusu 2. Abdülhamit tarafından Haliç’e zincirlenen Donanma-yı Humâyûn harekât kabiliyetini önemli ölçüde yitirmişti. Savaş kabiliyetini kaybeden gemiler, zamanın da çok gerisinde teknolojiye ve teçhizata sahipti.

İtalya, barış şartını ileri sürdü: ‘Trablusgarp’taki askerlerinizi çağırın; adalardan çekilelim!’

Osmanlı’nın başına büyük bela getirecek/açacak Balkan Savaşı da başlamak üzereydi. Cephe sayısını artırmak, kuvveti bölmekti. Söze/vaade inanıldı; Trablusgarp, İtalya’ya bıraktı. Ama şart da koşuldu: İtalya, 12 Ada(lar)’dan hemen çekilirse; Yunanistan boşluğu doldurabilir; işgale yeltenebilirdi. 

İtalyan, bir süre daha - Osmanlı’nın istediği kadar! - kalacaktı. Böylece 12 Ada’nın elimizde kalması garantiye alınmış göründü/sanıldı.

- Balkan Savaşı’ndan Sonra 12 Ada Tamamen Elimizden Çıktı… -

Ama şartlar beklendiği/düşünüldüğü gibi gelişmedi. Osmanlı, Balkan Savaşı’nda çok ağır yenilgi aldı. Bulgar Ordusu, Edirne’yi işgal edip Çatalca’ya kadar geldi. Osmanlı, 12 Ada’yı düşündüğü/planladığı gibi sahiplenemedi. Yunanistan adeta elini kolunu sallayarak adalara girdi. Donanmamızın - önemli ölçüde! - eski ve hareket kabiliyetini yitirmişliği kuvvet kullanılmasını da engelledi. Yunanistan’ın yarattığı fiili durum - ancak! - protesto edilebildi.

Anadolu’ya yakın Midilli ve Sakız gibi adalarının da Yunanistan’a bırakılması istendi. Osmanlı karşı çıktı; ama sonra geri adım attı. 

Londra’da Büyükelçiler Konferansı toplandı. Alınan kararlar, 14 Şubat 1914’de Osmanlı’ya iletildi: Meis hariç 12 Ada, İtalya’ya terk edilmişti. Gökçeada ve Bozcada dışındaki Ege Adaları Yunanistan’a verilmişti. 

Osmanlı, bildirilen şartları/sonuçları kabul etmedi. 15 Şubat 1914’de, büyük devletlere nota verdi; fakat sonuç alamadı. 

Bu sırada, Birinci Dünya Savaşı çıktı; Londra Konferansı kararlarının tartışması da gündemden çıktı/kalktı. Osmanlı’nın elinde Meis, Bozcaada ve Gökçeada kaldı.

Sevr Antlaşması’nda ‘Ege Adaları Sorunu’ yeniden gündeme geldi. Osmanlı, 84. maddeye göre; Gökçeada, Bozcada, Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam gibi bütün büyük adaları Yunanistan’a verecekti. 

Aynı antlaşmanın 122. Maddesinde de, İtalya’nın işgali altındaki Stampalia, Rodos, Herkit, Kerpe, Kaşot, İncirli, Kalimnos, Piskopis, Loryos, Patnos, Limpos, Sümbeki ve İstanköy adaları ile çevrelerindeki adacıklara da Yunanistan sahip olacaktı. İtalya, Kastellorizo üzerindeki haklarından da vazgeçecekti.

- Lozan’daki Fiili Durum… -

Lozan’da fiili bir durum söz konusuydu: 12 Ada İtalya’nın, Ege Adaları Yunanistan’ın işgalindeydi.

Lozan’da Türkiye’nin öncelikli amacı: Misak-ı Milli’yi benimsetmekti. Misak-ı Milli’nin sınırları içinde 12 Ada yoktu. Lozan’da görüşmeleri yürüten İsmet Paşa başkanlığında heyete, TBMM tarafından 14 maddelik bir talimat verilmişti. 4. sıradaki direktif: ‘Ege Adaları’nın Durumu ve Savunulacak Politika’ydı. ‘Müzakereler sırasında politika belirlene(bile)cekti. Çanakkale’ye yakın adalar da ısrar edilecekti. Olumsuzluk durumunda Ankara’dan yeni emir/görüş beklenecekti.’ 

İsmet Paşa, direktife uydu: Bozcada, Gökçeada, Midilli, Sakız, Semadirek, Limni, Sakız, Sisam ve Nikerya’yı istedi. 

Öneri benimsenmedi. İlerleyen görüşmelerde İsmet Paşa yeni plan sundu: Gökçeada, Bozcaada, Meis, Tavşan Adaları ve Semadirek’in Türkiye’ye bırakılması şartını koştu. İkinci koşulu da: Yunanistan’a bırakılacak adaların Türkiye’ye bağlanması; ama özerk yönetilmesiydi.

Sonuçta orta yol bulundu: Türkiye; Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adalarını aldı. Anadolu kıyılarına 3 kilometre mesafedeki adalar, adacıklar ve kayalıklar da bırakıldı. Yunanistan’ın egemenliğine terk edilen adaların silahtan ve askerden arındırılması benimsendi.

15. Madde ile de 12 Ada’nın hükümranlık hakkı İtalya’ya bırakıldı.

Türkiye, Lozan’da daha önce kendisine bırakılan Meis Adası’nı kaybetti.

Doç. Dr. Sevtap Demirci’nin - bir gazete röportajında açıkladığı! - araştırmaları sonucu ulaştığı tespit çok önemliydi: İngilizler, Ankara Hükümeti ile Lozan’daki Türk Heyeti arasındaki mesajların şifresini kırmayı başarmıştı. Lozan Görüşmeleri’nin 2. yarısında İngiliz Heyeti, Türk tarafının bütün tezlerini öğrenmiş ve hamlelerini geliştirmişti. 

- Limni Adası Unutkanlık Sonucu Elimizden Çıktı İddiası… -

Global bakışla Türkiye; Lozan’da genişlik açısından istediği/planladığı adaların yarısını aldı/alabildi. Daha fazla ısrar edil(e)me(z)di. 8 yıl süren uzun savaş yeni bitmişti. Deniz kuvvetimiz yok denecek seviyedeydi. Uçaklarımız parmakla sayılırdı. İstanbul ve İzmir’de İngiliz ve Fransız donanmaları demirliydi. Herkes savaş değil, barış beklentisi/isteği içindeydi. Adalar konusunda ısrarı sürdürerek sonuç alınamazdı; ileride yeni fırsat(lar) çıkabilirdi.

Bir başka akademisyenin seslendirdiği iddia ise yürek yaralayıcıydı; göz yaşartıcıydı. Lozan Antlaşması’nda Limni, Türkiye’ye bırakılmıştı. Kayıtları tutan Türk görevliler; Limni’nin adını yazmayı unutmuştu. Koskoca ada, anlık gaflet sonucunda Yunanistan’ın malı oldu. 

İtalya’nın 12 Ada üzerindeki hâkimiyeti 1943 yılına kadar sürdü. 2. Dünya Savaşı’nın şartları aleyhine gelişince; İtalya, Libya’dan ve 12 Ada’dan çekilmek zorunda kaldı. Adalar boşaltılırken; Ankara’ya haber gönderildi: Adaların sahibi: Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye idi; eski topraklarını geri alabilirdi. 

Türk yönetimi öneriyi reddetti. İfade son derece açık ve netti:

‘Türkiye; Lozan’a bağlıdır. Kendi sınırlarının dışında bir çakıl taşında dahi gözü yoktur…’

Reddedişin haklı sebepleri vardı. Türkiye, tarafsızlığını ilan etmiş; savaştan uzak durmanın yararını görmüştü. Millet sıkıntı çekse bile, çocuklar babasız kalmamış; hanelerden ağıtlar yükselmemişti. 

İtalyanların boşalttığı adalara Almanlar girdi. Fakat 1945’e kadar kalabildiler. Savaş koşulları aleyhlerine dönünce; terk etmek zorunda kaldılar. Bir elçi gönderip, eski topraklarımıza sahip çıkmamızı önerdiler. Aldıkları cevap, 2 yıl önce İtalyanlara verilenin aynısıydı:

‘Biz; sınırlarımız içinde mutluyuz. Kimsenin toprağında gözümüz yok!’

Alman önerisine ilişkin bir bilgi notu, 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından Çankaya Köşkü’nde bir çekmecede bulundu. Siyasi rakibi İnönü’ye karşı kullanıldı.

- Yunanistan, Ege’deki Adalardan Hiç Vazgeçmedi… -

1945 baharında, Almanların boşalttığı adalar, İngiliz kuvvetleri tarafından işgale başlandı. Yunanistan da boş durmadı: İngiltere’ye müracaat edip, adaların kendisine verilmesini istedi. Rodos’a asker çıkarıp cüretini gösterdi.

10 Şubat 1947’de toplanan Paris Konferansı’nda, İtalya ile ilgili barış görüşmeleri başladı. Gündemde: Ege’deki 12 Ada da vardı. İlgili/taraf ülkeler belirlendi: ABD, Fransa, İngiltere, Çin, Sovyetler Birliği, İrlanda, Somali, Belçika, Avustralya, Yeni Zelanda, Brezilya, Habeşistan, Polonya, Kanada, Yunanistan ve Türkiye davet edildi.

Türkiye, konferansa katılmayacağını açıkladı. Osmanlı döneminde, İtalya tarafından el konulmuş; geri alınmak üzere yönetimine bırakılmış adalar için daha önce iletilen teklif(ler) de reddedilmişti. 

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Başbakan Recep Peker yönetimindeki Türkiye halinden memnundu. Savaş süreci başarı ile atlatılmış; insan ve toprak kaybedilmemişti. Dolayısıyla görüşmelerde, Türkiye taraf değildi. İştirak halinde kazanım elde edileceği de müphemdi. Yönetim; alınan sonuçtan memnundu; sınırların değişmesinden yana da değildi.

Sovyetler Birliği’nin Ankara Büyükelçisi Sergey Vinogradov; Türkiye Dışişleri Bakanı Hasan Saka ile bir görüşme yaptı. Paris Konferansı’nda ülkesinin Türkiye’nin tezlerini destekleyeceğini açıkladı. Tarafsızlık politikasından ötürü Türkiye ödüllendirilmeliydi: Ege’de 12 Ada ile Rusçuk’a kadar Bulgar toprakları verile(bile)cekti. 

Vinogradov, meslektaşı İngiltere Dışişleri Bakanı Anthony Eden’la görüşmüş ve önerisini iletmişti.

Teşvik girişimlerine rağmen, Türkiye Hükümeti tavrını değiştirmedi. Paris Konferansı’na katılıp fikirlerini açıklamadı. İştirak etmeyerek, isteksizliğini/ilgisizliğini gösterdi. 

Aslında savaşın sonuna doğru Türkiye’nin tutumu tebellür etmişti: ‘Hiçbir devresinde savaşa iştirak etmedik. Dolayısıyla ganimetlerden pay alma/isteme hakkımız yoktur. Görüşmeler için toplanacak konferansa davet edilmek gibi bir müracaatımız da olmayacaktır…’

- Rauf Orbay’ın Şifreli Müjdesine Verilen Cevap… -

Rauf Orbay; Türkiye’nin Londra Büyükelçisi idi. 1944 sonunda görev süresini tamamlamasına az kala, İngiltere Başbakanı Winston Churchill ile görüştü. Tecrübeli İngiliz; Orbay’ı mutlu edecek haberi fısıldadı: ‘Savaş sona ermek üzere. Ülkenize yakın Ege Adaları’nı size vereceğiz!’

Orbay, hemen büyükelçilik konutuna koştu; haberi şifreyle Ankara’ya geçti. Aynı akşam kokteyl düzenleyip, sevincini dostlarıyla paylaştı. Ama ertesi gün gelen cevabi mesaj ümit kırıcı ve suçlayıcıydı. Mealen; ‘Başımıza ‘Adalar Sorunu’nu mu açacaksınız?’ deniyordu. 

Türk Hükümeti, hali hazırdaki durumdan hoşnuttu. Churchill, Türkiye’ye memnun etmek; belki de yanında tutabilmek için ‘bir parmak bal çalmak’ istemiş olabilirdi.

Orbay; gelişmeleri yeterince okuyamadı mı, bilinmez. Görevinden istifa etti; hükümeti adeta protesto etti; Ankara’ya döndü.

Türkiye, Paris Konferansı’na katılmadı. İştirak etse; Ege’de bazı adalar alınabilirdi. 

Sonuçta; adalardaki yerleşik ahalinin milliyetine de bakılmadı. 12 Ada, ‘silahsızlandırılmak’ koşulu ile Yunanistan’a bırakıldı. Türkiye, alınan kararı - 5 gün sonra! - 15 Şubat 1947’de imzaladı; şartlarını kabullendi.

6 January 2020 12:58
1,556 kez okundu

Ali Hikmet İnce



Benzer Yazılar

Fransız Kılıcı Sallayan Harkiler

Cezayir, 130 yılı aşkın süre (1830 - 1962) Fransız sömürgesiydi. Koloni yönetimi, yerli halkı sindirmek için her türlü insanlık dışı uygulamayı yaptı. Süreç içinde Arap ve Bedevi asıllı 10 milyona yakın Müslüman hayatını yitirdi. ‘Harki’ denilen yerli işbirlikçiler, Fransız saflarında yer aldı. Verilen emirleri uyguladılar. Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda soydaşlarına karşı savaştılar.

Nazım’ın Tek Taraflı Aşkı

Suat Derviş (Hatice Saadet); güçlü, mağrur, bildiği yolda dönmeyecek kadar cesur, kartvizitinde pek çok ilki taşıyan kadındı.

Hadım Edilen Veziriazamlar

İslam Peygamberi Hazret-i Muhammed’in şiddetle yasaklamasına rağmen, sonraki dönemlerde ‘halife’, ‘hükümdar’, ‘padişah’ vb. sıfatları taşıyan çoğu yönetici, ‘hadım personeli’ el üstünde tuttu. Harem(lerin)in namusunu, şahsi güvenliklerini ‘iğdiş’ kişilere emanet etti. Devlet yönetimde en üstün mevkilere kadar yükseltti. Osmanlı’da da çok sayıda ‘hadım’/‘burulmuş’ yüksek yönetici ve hatta sadrazam mevcuttu!

Yeşilçam’ın Küçük Dev Adamı

Hayri Caner, Yeşilçam’ın çok yönlü emekçisiydi. Yazdı, yönetti, rol aldı, kritize etti. Beyaz perdenin her veçhesini derinlemesine tanıdı. Babıâli’de de nefes aldı, ekmek parasını kazandı. Annesinin yardımı, manevi desteği ile hayata tutunmaya çalıştı. Sonrasında hep yokluk, çaresizlik, ümitsizlik ve yılgınlık içinde yaşadı.

Kitapsız İlim, Tekçe'siz Film Olmaz

Ahmet Tarık Tekçe, Yeşilçam Sokağı’nda yaşadı, nefes aldı, sinema için terledi ve rızkını temine çalıştı. Bazı yapımcıların sömürüsüne karşın, hakkını isterken bile zorlandı. Paranın değil, beyaz perdenin cazibesine kapıldı.

Zeki Müren’in Bilinmeyenleri

‘Sanat Güneşi’ diye de tanınan, ünlü TSM sanatçısı Zeki Müren, toplumun değer yargılarına azami saygı göstermeye çalıştı. İstanbul’da bir köyün okulunu, camisini, kütüphanesini ve yolunu yaptırdı. Hayırlarının kimse tarafından bilinmesini istemedi, reklâmını yapmadı. Görkemli/şaşaalı yaşadı fakat çoğu sırrını da yanında götürdü.

Erkek Gibi Kadının ‘Çirkin Kral’ Aşkı

Bir gazete röportajında şöyle diyecekti: ‘Hayatım boyunca Yılmaz Güney gibi adam düşledim. Her arzu ettiğini alan, her istediğini koparan erkekle tanışmayı arzuladım.'

Türbesine Kilise Yapılan Padişah

1693’de yöreyi ele geçiren Avusturyalılar, türbeyi temellerine kadar yıktılar. Tepeye de Turpek adını verdiler. Türbenin yerine, Szüz Maria Kilisesi'ni inşa ettiler.

100 Yıl Sonra Gömülebilen Kafatasları

Almanya’nın Afrika’daki sömürgesi Namibya’da tarihin ilk soykırımını gerçekleştirdiği ve 100 bin civarındaki yerliyi öldürdüğü Birleşmiş Milletler Raporu’na girdi.

Mussolini’den Roma’ya Cami

Kont Ciano’nun günlüklerinin yayınlanmasına İtalya’da izin verilmemiş, eşi Edda Mussolini Ciano tarafından Amerikalılara iletilmesiyle kitap okuyucuyla buluşabilmişti.

Çanakkale’den Dönmeyen Futbolcular

Çanakkale Savaşı’na katılan futbolcuların neredeyse tamama yakını şehit düştü.

Nazım’ın Tek Taraflı Aşkı

Suat Derviş (Hatice Saadet); güçlü, mağrur, bildiği yolda dönmeyecek kadar cesur, kartvizitinde pek çok ilki taşıyan kadındı.

‘Kıbrıs’ı Veren’ 2. Abdülhamit

2. Abdülhamit’in saltanatının 2. yılında Osmanlı yok oluşun eşiğinden döndü. Tarih, ’93 Harbi’ gibi örneğine çok az rastlanır drama şahitlik etti. Ruslar, İstanbul’un tarihi surlarına kadar ulaştı. Her an şehri alabilir, her şeyi talan edebilir, binlerce insanı öldürebilirlerdi. Sultan şoka girdi, ne yapacağını bilemedi. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’ın önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ı vermesi karşılığında şahsının ve imparatorluğun hayatiyetini garantiye alabilecekti! ‘Denize düşen yılana sarılırdı!’

Meclis Kapattıran Misak-ı Millî Haritası

Osmanlı’nın son Meclis-i Mebusan’ı ancak 90 gün açık kalabildi; Misak-ı Millî Haritası’na gösterilen tahammülsüzlük yüzünden kapatıldı.

‘Polis Muhbiri’ Stalin’in Tren Soygunları

Stalin; yüksek öğrenim için gittiği Tiflis’te hem Marksist gruplarla, hem de Çar’ın gizli polis örgütü OHRANA ile tanıştı. Arşiv belgelerine göre; hapishanede OHRANA için çalışmayı kabul etti. Kanlı eylemlere liderlik yaparken; yoldaşlarını ihbar etmekten de geri durmadı…

Türkeş, MBK’den Nasıl Tasfiye Edildi?

Atatürk’ün manevi kızı Prof. Dr. Afet İnan’ın Ankara’nın Necatibey Caddesi’ndeki mütevazı evinde ‘14’ler’ tanımlamasıyla siyasi tarihimize geçen grubun kaderi çizildi. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, CHP Genel Sekreteri İsmail Rüştü Aksal ve MBK’nin 2 etkin üyesinin çok gizli toplantısında ülkenin yakın geleceğini etkileyecek önemli karar alındı.

Şapkanın Sarık İle Mücadelesi

Osmanlı bürokrasisi - zaman zaman - Batı’yı takdir etse de Batılılaşmaya hep mesafeli durdu. Avrupa’dan yenilikleri getirmeye yeltenen hükümdar(lar) ya cezalandırıldı ya da hayatını yitirdi. Ulema ve ordu da diğer önemli muhaliflerdi. Genç Cumhuriyet de kurulurken - aynı zamanda! - hem işgal güçleriyle ve hem de yeni yönetime karşı duranlarla kapışacaktı.

Diplomatik Kriz Yaratan ‘Mama’

İstanbul’un ünlü ‘kadın ..ezevenk’i Lüks Nermin, Yassı Ada Mahkemeleri’nde gönüllü şahitlik yaptı. Devrin yöneticilerinin isteklerini yerine getirmişti. Hizmetlerinin karşılığı, - iddiasına göre! - devletin ‘Örtülü Ödeneği’nden karşılanmıştı.

Kod Adı: ‘Fakülteli’

Mahir Kaynak - sonradan profesör! - ‘Madanoğlu Cuntası’ diye bilinen illegal örgütü izleyen, belgeleyen ve ortaya çıkaran kişiydi. Teşekkül üyesi diğer arkadaşları ile hapse girmeyi kabul etmesine rağmen arzusu reddedildi. Türk İstihbarat Tarihi’ne adı ‘açığa çıkan ilk MİT mensubu’ şeklinde geçti.

Meclis Kapattıran Misak-ı Millî Haritası

Osmanlı’nın son Meclis-i Mebusan’ı ancak 90 gün açık kalabildi; Misak-ı Millî Haritası’na gösterilen tahammülsüzlük yüzünden kapatıldı.

‘Türk Kasabı’ Kuyucu Paşa / 2

Kuyucu Murat Paşa, hac vazifesini de yerine getirdi. Yemen Beylerbeyi iken, ‘Seyfullah’ - ‘Allah’ın Kılıcı’! - diye bilinen ünlü Arap komutan Hâlid bin Velîd’in palasını bulup satın aldı! Tarihçiler, ‘Giriştiği savaşlarda Velîd’in silahını kullandığını,’ yazacaktı!

‘Türk Kasabı’ Devşirme - 1

Kuyucu, 90’ına ulaşmış inatçı ihtiyardı. Devleti ve padişahı, her daim ‘nimet’ bildi. Aldığı em(irle)ri, harfiyen - hatta fazlası ile abartarak! - uyguladı. ‘Devşirme yönetimindeki’ Osmanlı’nın Anadolu’da katlanılmaz dereceye varan icraatına karşı durmaktan başka çaresi kalmayan kişilere ve kitlelere karşı, tarihte örneğine pek az rastlanan kanlı sindirme harekâtına girişti!

Kardeşini Zehirleten Padişah!

Fatih’in büyük oğlu Şehzade Bâyezid, babasının ardından tahta çıktı. Fakat atasının izinden gitmedi. Resim, heykel gibi güzel sanatlara uzak durdu. Hatta bazı dinî saiklarla yasak(lar) getirdi. Oysa şehzadeliğinde ‘hazcı anlayışı’ benimsemişti.

Osmanlı’nın Rum ‘Valide Sultanları’

Orhan Gâzi’nin birinci eşi ‘Holofira’ ya da ‘Nilüfer Hatun’, Osmanlı Hanedanı’na giren ilk ‘yabancı kökenli gelin’ti. Kroniklere/tarihçilere bakılırsa, oğullarının padişahlığını gören ‘ecnebi’ hanım sultanların sayısı 23 idi! Bazılarına göre, adet daha da fazlaydı!

Fatih’in ‘Çapkın’ Şehzadesi

Fatih’in 2. oğlu, Şehzade Mustafa, askerliğe yatkındı, şiir söylerdi. Yakışıklı, hareketli ve ‘hercaî’ idi. Saray’ın ve hareminin cinsi latiflerini kendine hayran ederdi. ‘Güzelleri yalnız bırakmayı sevmediği,’ kayıtlara geçildi. Bu yüzden de hayatını yitirecekti!’

‘Türk Kasabı’ Kuyucu Paşa / 2

Kuyucu Murat Paşa, hac vazifesini de yerine getirdi. Yemen Beylerbeyi iken, ‘Seyfullah’ - ‘Allah’ın Kılıcı’! - diye bilinen ünlü Arap komutan Hâlid bin Velîd’in palasını bulup satın aldı! Tarihçiler, ‘Giriştiği savaşlarda Velîd’in silahını kullandığını,’ yazacaktı!

‘Türk Kasabı’ Devşirme - 1

Kuyucu, 90’ına ulaşmış inatçı ihtiyardı. Devleti ve padişahı, her daim ‘nimet’ bildi. Aldığı em(irle)ri, harfiyen - hatta fazlası ile abartarak! - uyguladı. ‘Devşirme yönetimindeki’ Osmanlı’nın Anadolu’da katlanılmaz dereceye varan icraatına karşı durmaktan başka çaresi kalmayan kişilere ve kitlelere karşı, tarihte örneğine pek az rastlanan kanlı sindirme harekâtına girişti!

Yeşilçam’ın Kara Bahtlısı

Yeşilçam’ın uygun gördüğü ad ve soyadı hayat hikâyesine tıpa tıp uydu. Yaşamı hazin olaylar manzumesiydi. Ailesini genç yaşta kaybetti. Öyküsünü bilenlerin rivayetine göre 3 defa ‘âşık oldu’! Her seferinde de kavuşamadı. İlk gençliğini dolduran sıcacık, huzur dolu yuvanın - ilerleyen yıllarında! - hep hasretini çekti. Yüksek sinema kabiliyeti, gelişmiş edebi zevki ve doğaçlama müzisyenliği yeterince değerlendirilemedi. Bu dünyadan ‘Samuel Agop Uluçyan’, hepimizin aşina olduğu ismi ile ‘Sami Hazinses’ de geçti!

Yalnız Hem De Çok Yalnız Adam

Yaşar Güvenir; 10 Ocak 1998’de, dünyamızdan kuyruklu bir yıldız gibi ayrıldı. Arkasında yaşanmış hatıralar ve yaşayacak onlarca beste ile…

Hayatı Durduran Ses: Hamiyet Yüceses

Hamiyet adı verilen, mavi gözlü ve sapsarı saçlı güzel kız, bir dönem Türkiye’de fırtına gibi esecek ve musikimizin nağmelerini güzel sesiyle taçlandıracaktı.

İnsan Hakları Müzesi’ndeki Kafatasları

Cezayir; Paris’teki İnsan Hakları Müzesi’nde 150 yıldan beri sergilenen, Cezayirli direniş liderlerinin kafataslarının ülkeye geri verilmesini resmen istedi.

Nazım’ın Tek Taraflı Aşkı

Suat Derviş (Hatice Saadet); güçlü, mağrur, bildiği yolda dönmeyecek kadar cesur, kartvizitinde pek çok ilki taşıyan kadındı.

Nihat Erim’in Kıbrıs Raporu

Erim; 1956 yılında, Başbakan Adnan Menderes’e verdiği raporda; Kıbrıs’ta en iyi çözüm yolunun taksim olduğunu vurguladı.

Radyoevi’nde Yumruk Yumruğa Giren Şairler

Kültür adamı Hıfzı Topuz, anılarını yayınlamasa; 2 şairimiz Oktay Rifat (Horozcu), Melih Cevdet (Anday) ve ressam Avni Arbaş’ın yaşadığı renkli olayı öğrenemeyecektik.

Cenazesinde Alkış İstemeyen Sanatçı

Sümer Tilmaç, anne karnında sahneye çıkmıştı. Yaşamı boyunca tiyatronun tozunu yutmayı, sinemanın spotlarında aydınlanmayı/görünmeyi kabullendi. Beyazperdede ve televizyonda unutulmaz/ölümsüz tipler çizdi/bıraktı.

Davutoğlu’nun Mahrem Tarihi

Wikileaks tarafından sızdırılan bir belgeye göre, ABD’nin Ankara eski Büyükelçisi James Jeffrey; Davutoğlu’nun Balkanlar ve Ortadoğu’da uygulamaya çalıştığı ‘yeni Osmanlıcı politikalar’ı, ülkesinin bölgedeki menfaatleri/çıkarları açısından son derece tehlike buldu.

Filmlerini İzlemeyen Aktrist

Leyla Sayar; Yıldız Dergisi’nin düzenlediği güzellik yarışmasında ikinci oldu; sanki Yeşilçam’a paraşütle indi.

Putin'in Kadınları

Ünlü şairimiz Orhan Veli, ‘Kitabe-i Sen-i Mezar’ isimli şiirine, ‘Hiçbir şeyden çekmedi dünyada / Nasırdan çektiği kadar,’ mısralarıyla başladı. Süleyman Efendi’nin sıkıntılarını anlattı. Putin de, çevresindeki güzel kadınlardan çekti. Kalbini verdiği, kanatları altına aldığı, özenle sakladığı ‘nazende’ler sayesinde merak edildi, dillere düştü, haberlere mevzu oldu. Putin ve yakın çevresini saran ‘nazenin’ler, dünyanın da ilgisini çekecekti!

Kesilen Ayağı Çalınan Aktör

Ünlü aktörün ömrünün son yılları çile ve keder doluydu. Ağır sağlık sorunları ile boğuştu. Sol ayak parmakları kesildi. Sonra bacağını yitirdi. Tahmin(ler)e göre kendisinden nefret eden hayranı veya düşmanı, mezarı kazıp kefenlenmiş uzvu çalma cüretinde bulundu!

Yeşilçam’ın Hanımağası / 2

Selda Alkor, Yeşilçam’da kabiliyeti ve gayreti sayesinde isim oldu. Kimseden torpil beklemedi. Kendisi için özel senaryo(lar) da yazılmadı. ‘Beyazperde’nin görünmeyen kanunlarına direnmesini/dik durmasını bildi. Hem sinemada, hem televizyonda yıldızlaştı!

Yeşilçam’ın Hanımağası / I

Selda Alkor, Yeşilçam’da kabiliyeti ve gayreti sayesinde isim oldu. Kimseden torpil beklemedi. Kendisi için özel senaryo(lar) da yazılmadı. ‘Beyazperde’nin görünmeyen kanunlarına direnmesini/dik durmasını bildi. Hem sinemada, hem televizyonda yıldızlaştı!

‘Tavukları Pişirmişem!’

Çadırda doğdu, gecekonduda öldü. Uçak satın almaya yetecek para kazandı. Ailesini her şeyin üstünde tuttu. ‘Ben, ‘ordu!’ besliyorum,’ diyecekti! 3. evliliğinde mutluluğu bulabildi. Vefat edince, ‘barak’lar öksüz kaldı!

MİT’çi Aktör / I

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

Diğer Türk Tarihi Yazıları

Dünyaya Doyamayan 160’lık Delikanlı / 2

Zaro Ağa, 130 yaşından sonra çok ünlendi fakat para kazamadı. Dünyayı dolaştı. Popüler isimlerle tanıştı, fotoğraf çektirdi. Reklam kampanyalarında etkin rol aldı. Kartpostalları/foto kartları yüz binlerce satıldı. Kısacası Ağa, ülkemizin ilk ‘uluslar arası medya ikonu’ydu!

Dünyaya Doyamayan 160’lık Delikanlı / 1

Bitlisli Zaro Ağa, ömrünün tamamına yakınını İstanbul’da geçirdi. Güçlü kuvvetli, tuttuğunu koparan adamdı. Ölünceye kadar sigara içmeyi sürdürdü. ‘Dünyanın En Uzun Yaşayan Adamı’ diye ünlendi. Otopsisinde 3 böbrekli olduğu ortaya çıktı.

Tahta Çıkınca ‘Sünnet Olan’ Padişah

I. Ahmet, 14 yaşında tahta oturdu. 14. Osmanlı padişahıydı. 14’ünde sünnet edildi. Saltanatı 14 yıl sürdü. Bazı müverrihlere göre 14 oğul babasıydı. İnşa ettirdiği caminin ‘Ahmediye Camii’nin - Sultan Ahmet Camii! - ilk tasarımında 14 şerefesi olduğu yazılacaktı. Sultan Ahmed-i Evvel’in hayatı ilgi çekici olaylar ve tezatlarla doluydu.

Osmanlı’nın Rum ‘Valide Sultanları’

Orhan Gâzi’nin birinci eşi ‘Holofira’ ya da ‘Nilüfer Hatun’, Osmanlı Hanedanı’na giren ilk ‘yabancı kökenli gelin’ti. Kroniklere/tarihçilere bakılırsa, oğullarının padişahlığını gören ‘ecnebi’ hanım sultanların sayısı 23 idi! Bazılarına göre, adet daha da fazlaydı!

Osmanlı’nın Tek ‘Kadın Padişahı’

Kösem Sultan, Osmanlı Hanedanı’nın tahta çıkan erkek üyelerinin çoğundan daha uzun süre hüküm sürdü. Devleti - tek başına! - 20 yılı aşkın idare etti. Bürokrasideki rakip/karşıt grupları/kanatları ustalıkla dengeledi. Ağzından çıkan her kelime ‘buyruk’/‘kanun’ kabul edildi. ‘Kadife eldiven içindeki çelik ele benzetildi!’

‘Kıbrıs’ı Veren’ 2. Abdülhamit

2. Abdülhamit’in saltanatının 2. yılında Osmanlı yok oluşun eşiğinden döndü. Tarih, ’93 Harbi’ gibi örneğine çok az rastlanır drama şahitlik etti. Ruslar, İstanbul’un tarihi surlarına kadar ulaştı. Her an şehri alabilir, her şeyi talan edebilir, binlerce insanı öldürebilirlerdi. Sultan şoka girdi, ne yapacağını bilemedi. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’ın önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ı vermesi karşılığında şahsının ve imparatorluğun hayatiyetini garantiye alabilecekti! ‘Denize düşen yılana sarılırdı!’

‘Padişah Oğlunu Boğduran’ Valide

Tarihçilerin ‘Rum asıllı!’ dedikleri Kösem Sultan, İslâm dinini benimsedi, Harem’de eğitildi/yetiştirildi. Osmanlı Devleti’ni 20 yılı aşkın süre yönetti. Sultanlığın, milletin, Sünni İslam dünyasının kaderinde birincil derecede söz/hak sahibi oldu.