Yeşilçam’ın Küçük Dev Adamı

Hayri Caner, Yeşilçam’ın çok yönlü emekçisiydi. Yazdı, yönetti, rol aldı, kritize etti. Beyaz perdenin her veçhesini derinlemesine tanıdı. Babıâli’de de nefes aldı, ekmek parasını kazandı. Annesinin yardımı, manevi desteği ile hayata tutunmaya çalıştı. Sonrasında hep yokluk, çaresizlik, ümitsizlik ve yılgınlık içinde yaşadı.

Yeşilçam’ın Küçük Dev Adamı

Kalem sahibiydi. Kelam ehliydi. Güzel konuşur, mükemmel yazar, başarıyla oynardı. Doğuştan sanatçı kumaşına sahipti. Lakin şanssızdı, kader yüzüne hiç gülmedi. Çevresini, halkını aydınlatma, köy(ler)e ışık olma sevdasındaydı. Tenevvür, en küçük yerleşim merkezi köyden başlamalıydı. ‘Milletin efendisi’ bilinçlenirse, ülke kalkınır gelişirdi. Bir grup arkadaşıyla aynı ideali/ülküyü paylaştı. Mütevazı maaşlarının/gelirlerinin bir kısmını ayırır, ünlü edebiyat ürünlerini posta ile köylere yollarlardı. Dönemin etkin yayıncısı Varlık’ın neşrettiği küçük boy ‘dünya klasikleri’ öncelikli tercihleriydi. 

Hayatı boyunca geniş kitlelere ulaşma, mesaj(lar)ını iletme düşüncesi taşıdı. Dergi çıkardı, magazinlerde/gazetelerde köşe yazarlığı ile iştigal etti. Senaryolar yazdı, film yönetti. Sinema vazgeçilmezi oldu. ‘Aktörlük yaptı fakat daha çok sefaleti, intihara meyli ve mutsuzluğuyla hatırlandı!’

Hayri Caner, kısa boylu, zayıf, esmer, düz saçlı, ‘üflesen yıkılacak’ adamdı. Yeşilçam dünyasında ‘Küçük Adam’, ‘Parmak Çocuk’, ‘Yarım Porsiyon’, ‘Sinek Hayri’ gibi lakaplarla anıl(ır)dı. Bazen televizyonların magazin programlarına katılırdı. ‘Hayatım dram!’ diye dert yanardı. Ama yapımcı veya sunucunun gözünde Caner, komedyendi, karakter oyuncusuydu. Kendisinden beklenilen rolü yapması için çağrılırdı!

- Her Seferinde, ‘Benim Hayatım Dram!’ Derdi… -

Caner, yoksulluk, çaresizlik ve geçim sıkıntısından ötürü defalarca intihara teşebbüs etti. 1998’in Mayıs ayında, kaldığı kira evinde, bir grup arkadaşınca komaya girmiş halde bulundu. Yine ölmeye yatmıştı. Kaldırıldığı hastanede 3 gün yoğun bakımda kaldı. Sonunda ‘muradına er(ebil)di’! 

Vefatından 3 ay önce, ‘32. Gün’e katıldı. Canına kıyma teşebbüslerinden bahsetti. Programa çağrılış sebebi de belliydi: İçine düştüğü sefaleti, parasızlığı ve açlığı anlatacaktı. Yeşilçam serüveni, senaristliği, yazarlığı, yayıncılığı konu edilmeyecekti. Basında yer alan bazı haberlere göre Caner, 3 defa intihara kalkıştı. Her seferinde de ‘sonsuzluk uçurumu’nun kenarından döndü. Ancak paparazzilerin, magazin muhabirlerinin dikkatini çekebildi. Yalnızdı, sevgisizdi, çaresizdi ve 5 parasızdı. ‘İntiharı yeniden ve yeniden denemekten gayrı seçeneğim/çarem yok!’ dediği ileri sürülecekti. ‘Ama sorununun çözülmesi yerine meselesinin ortaya çıkardığı sonuç dikkate alındı!’ ‘Ölüme gidiş serüveni’ ve yaşadığı duygu alaborası anlattırıldı. Gazetecilikten geldiğinden meslektaşlarıyla diyalog kurması kolaydı. Çağrıldığı her programa katıldı. Her röportaj isteğine olumlu cevap verdi. Sözlerinin özü: ‘Hayatım Dram Benim’di!

- Yeşilçam’da Nadir Görülen Çok Yönlü Sanatçılardandı… -

Düz uzun saçlı, uzun favorili, ‘kuş kadar canı olan’ zayıf adam hayatını sinemaya verdi. Magazin yazarlığı sırasında ‘büyülü dünya’ Yeşilçam’ı tanıdı. Sonra da davet almadan film dünyasına katıldı. Senaryo yazdı, yönetmenlik denedi. 1963’de, ‘Geçim Dünyası’nın senaryosunu kaleme aldı. 1964’de, ‘Vur Gözünün Üstüne’nin de diyaloglarını yazdı ve yönetti. Film şirket(ler)i kurdu. Yapımcılığı ve rejisörlüğü birlikte tecrübe etti. ‘Vur Gözünün Üstüne’ (1964), ‘Erkek Adam Sözünde Durur’ (1967) ve ‘Aslan Yürekli Reşat’ın (1967) prodüktörlüğünü üstlendi. Film şirketi hep zarar etti. Hatta yapımcılığını üstlendiği işletmesi nakit sıkıntısına düşüp ücretleri ödeyemeyince oyuncuların filmi yarım bıraktığı haberleri yazıldı. Caner, sinemada ihtişamı da, sefaleti de gördü. 

Yeşilçam’ın ünlü ismi Metin Erksan’ın hayranıydı. Sinema dilini ve felsefesini savunurdu. Aynı fikri paylaşan arkadaşlarına da ‘Metinomani’ denirdi.

Sinema seyircisinin zihninde, ‘Peki! Benim horozum n’olacak?’ repliği ile kaldı. Kemal Sunal ile birlikte oynadığı filmlerde hayat verdiği kimi tiplemeler, genç seyirciler tarafından da hatırlanabilirdi. ‘Sosyete Şaban’da Sunal’ın yakın adamıydı. ‘Tarzan Rıfkı’da mahalle sakinlerinden birini canlandırdı. ‘Orta Direk Şaban’da da ‘Çaycı’ rolündeydi.

- Hiç Başrolde Oynamadı, Karakter Oyuncusuydu… -

Yeşilçam’a 1961’de çekilen ‘Mahalle Arkadaşları’ ile adım attı. Sempatik kişiliği, gülümseyen yüzü, yeteneği ile ‘aranılan oyuncular’ arasına girdi. Sinema yolculuğu boyunca 101 film ve TV dizinde oynadı. Hatta bir gazetenin magazin eki için fotoroman çekti, rejisörlüğünü yaptı.

Türk Sineması’nda ses getirmiş birçok filmde de rol alma şansını yakaladı. ‘Uzaylı Zekiye’, ‘Tokatlı Naciye’, ‘Gırgıriye’de Büyük Seçim’, ‘Kenarın Dilberi’, ‘Sana Dönmeyeceğim’, ‘Sevişmek Yasak’, ‘Belalı Torun’, ‘Meçhule Gidenler’, ‘Cımbız Ali’, ‘Hesabı Görelim’, sayılabilirdi.

Hiç başrol oynamadı. Karakter oyuncusu kategorisindeydi. Bir yakın dostunun ifadesine göre, ‘ufak tefek rollerin, kısa süreli görüntülerin insanı’ydı. ‘Günlük yaşamını düzene sokamadığından sinemadaki başarısı sınırlı kaldı,’ da denilebilirdi. Pek çok Yeşilçam emekçisi gibi ‘alkolizmin sınırlarında dolaştı’! İçki alışkanlığı - çoğu zaman! - mesleğini yapmasına engel oldu. Kendisini sevenlerin toleransını kaybetti. Sanatını takdir eden firma sahiplerinin sunabileceği iş fırsatlarını kaçırdı. Annesini yitirmesinden sonra hayatta dikiş tutturmakta zorlandı. Meteliksiz günlerinde birkaç yakın dostunun çok sınırlı yardımlarını gördü. Bekâr odalarında, soğuk gecekondularda, 3. sınıf otel odalarında barınmaya çalıştı. Çaresizdi, yaşama sevinci yitikti, umutsuzdu. Sık sık Azrail’i suçlardı. ‘Canını almaktan vazgeçtiğini,’ ileri sürerdi.

- Spor Gazetesinde Sinema Sayfaları Hazırladı… -

Hayri Caner, 1936’da, İstanbul’da dünyaya geldi. Lise eğitimini tamamlayınca, Çapa Eğitim Enstitüsü’ne kayıt yaptırdı. Babasını genç yaşında kaybetti. En büyük destekçisi annesiydi. Eğitim hayatını yarım bıraktı. Çalışmak zorunda kaldı. Küçüklüğünde çeşitli işleri denedi. Semt pazarlarında su sattı. Simit pazarladı. Berber çıraklığı yaptı. Turistlere fotoğraf çekti. Düzenli, hızlı not tutup, dilekçe yazabildiği için avukat kâtipliğinde bulundu. 1950’nin başında yazarlıkta karar kıldı. Spor muharrirliği ile Babıali’ye giriş yaptı. 1954’de, genel yayın yönetmenliğinde Tarık Buğra’nın bulunduğu Türkiye Spor Gazetesi’nde ünlü isimlerle röportajlar gerçekleştirdi, kritikler kaleme aldı. Ama gözü ve gönlü sinemadaydı. Yeni filmlerin tanıtımını yapacak, eleştiriler yazacaktı. Hasta Beşiktaşlı idi. Takımına ölümüne gönül vermişti. Rejisör Halit Refiğ’in önerisiyle Akşam gazetesine transfer oldu. Sinema yazılarına, 1959’da, Şükran Kurdakul’un çıkardığı ‘Yelken Sanat Dergisi’nde devam etti. ‘Günlük Spor’ gazetesinde, patron Dilaver Uzgören’i ikna edip sinema sayfaları hazırladı. Hayatının sonuna kadar ‘beyaz perde’yle ilgisini sürdürdü. Muhtelif sinema dergileri de yayınladı. İstanbul’da ‘Sinema Sanatı’, ‘Akademik Sinema’, ‘Sinema Ekspres’, ‘Film Market’ isimli periyodikleri neşretti.

Londra’da da ‘Film Market’i okuyucularına ulaştırdı. Dergiyi İngilizce yayınladı. Yazı kadrosunu da İngiliz Sinema Okulu öğrencilerinden kurdu. Oxford’da bazı bayilere elden ulaştırıp satılmasını sağladı. Mecmuanın 2. sayısını Cannes Film Festivali’nin tertiplendiği tarihe denk getirdi. Ülkesinin ve yayınının tanıtımı/reklamı amacıyla 1.000 tanesini ücretsiz dağıttırdı. Atilla Dorsay, Caner’in takdir edilecek çabasını, Cumhuriyet gazetesi için hazırladığı ‘Sinema Ansiklopedisi’nde kayda geçirdi.

- Öğretmenlik Yapmayı Çok İstedi Fakat Eğitimi Yarım Kaldı… -

Hürriyet gazetesinde, Ressam Cemal Dündar’ın resimlediği ‘Bana Yalan Söyle’ adlı çizgi romanın senaryosunu kaleme aldı. Müşterek çalışmaları aralıksız bir yıl sürdü. 

Yazarlık ve yayıncılık, - onun için! - sinema kadar önemliydi. İdealindeki meslek de: Öğretmenlikti. Çapa Eğitim Enstitüsü’nde öğrenciyken edebiyat dergisi çıkarmayı planladı. İki arkadaşı ile birikimlerini bir araya getirdi. O sırada, Karaköy’de büyük bir şirketin haberleşme/’muhaberat’ servisinde çalışıyordu. Aralarında topladıkları paranın bir bölümü ile kitaplar satın alıp köylere gönderiyorlardı. Okuma odası, kütüphane açılmasına ön ayak oluyorlardı. Ama yaptıkları ve siyasi fikirleri – kendi iddiasına göre! - MİT’in dikkatini çekmişti. - İfadesinin aksine alarma geçen ‘siyasi polis’ olabilirdi! - Menderes’in antidemokratik rejiminden rahatsızdı. Takip edildiğini anlamakta gecikmedi. Tanımadığı adam sabahtan akşama kadar peşindeydi. İzleme evinin kapısında başlıyor, iş yerinin girişine kadar sürüyordu. Mesai bitiminde de devam ediyordu. Caner, durumdan rahatsızdı. Bir sabah öfkesine gem vuramadı. Tam da çalıştığı şirketin bulunduğu iş hanının önündeydi. Arkasına döndü, adamın omzuna dokundu. ‘Beni neden izliyorsun,’ diye sordu. Adam şaşırdı, kekeledi, meramını anlatmaya çalıştı. Sonra hızla yanından uzaklaştı. Hayri Caner bir süre rahat nefes aldı. Sorunun kapandığını sandı. Fakat daha büyük sürprizle karşılaştı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden resmi tebligat aldı. Sirkeci’deki ünlü tarihi binaya - Sansaryan Han’a! - davet edildi. İfadesine başvurulacaktı. ‘Komünizm propagandası yapmakla’ itham ediliyordu. Davete icabet etti. Suçlamaları reddetti. Gözaltına alınmadı, tutuklanmadı fakat soruşturma dosyası uzun süre açık kaldı. Dergi çıkardığı arkadaşı Secaettin Ölmez, Kore’deki Türk Birliği’nde görevliydi. Caner’in yazdıklarına bakılırsa, onun da ifadesine başvuruldu.

- Cenaze Törenlerine Katılmayı Sevmezdi… -

Hayri Caner, hayatta en çok annesi Feride Hanım’ı sevdi. Ama kapısını yoksulluk açıp, çaresizlik kapatırken değer verdiği varlığı yitirdi. Yaşlı ve hasta kadın son nefesini Darülaceze’de verdi. Ama biricik oğlu cenaze törenine katılamadı. ‘İştirak edemeyiş sebebini hiç açıklamadı!’ Hep suçluluk hissetti. Vicdanındaki ağır yükü son nefesine kadar taşıdı. 

Sonradan yazdıklarına bakılırsa, cenaze törenlerine iştirak etmeyi hiç sevmezdi. Çok üzülürdü. Emek Sineması’nın önünde Sadri Alışık’ın tabutunu görünce duygulanmıştı. Oysa anma toplantısı düzenleneceğini sanmıştı. Sanduka ölümü hatırlattığı için içi burkulurdu. ‘Hayatım boyunca cenaze merasimlerine gitmedim. Ben, dostlarımla yine beraberim. Onlar benim için ‘Ölüler Evi’nde değil, kanlı canlı insanlar ve yanımdalar! Gündüzleri çeşitli kanallarda gösterilen Türk filmlerini seyretmiyor musunuz?’ Diyecekti.

7 yıl - 1974 ile 1980 arasında! - Londra’da yaşadı. Türkiye’de sadece işsizlikten değil, bazı alacaklılarının sıkıştırmasından rahatsızdı. Sinema dergisinde yaşanan maddi sorunlar çekilmez boyuttaydı. ‘Kâğıtçı Ali’ diye tanıttığı kişi, senetlerini tahsil için peşindeydi. Ülkedeki yoğun/gergin siyasi ortamdan da hoşnut değildi. Yurt dışına çıkmaya karar verdi. Önce İsviçre’ye, dayısının oğlu Ergün Yelman’ın yanına gitti. İş bulmaya çalıştı. Başarılı olamayınca İngiltere’ye geçti. Günübirlik hayat sürdü. Karnını doyuracak küçük işlerle idare etti. Otellerde çalıştı. Lokantalarda bulaşık yıkadı. Ama kalemine ‘pes’ dedirtmedi. ‘Film Market’i İngilizce yayınlamayı sürdürdü. 

Yazılarından, çok sevdiği sinemadan, arkadaş çevresinden uzun süre ırak kalmak hoşuna gitmedi! 1980’in sonunda - bazı tanıklıklara göre 1981’de! - ülkesine geri döndü.

- Son Döneminde İçkiyi Artırdı… -

Yine küçük rollerle, gazete/dergi sayfalarında yayınlanan yazılarının geliriyle geçinmeye çalışırdı. Yazıları eleştirel değil yapıcıydı. Kimseyi kırmaz, aksine tatlı dille ikna etmeye çalışırdı. Dostlarını kolladığı söylenebilirdi. İncitmemeye, hatta yüceltmeye özen gösterirdi.

Hürriyet, Sabah, Günaydın, Yeni Yüzyıl gibi yüksek tirajlı gazetelerde yazıları çıktı. 

Bir yakın arkadaşının yazdıkları dikkate alınırsa, son döneminde hayata tutunmasının 2 sebebi mevcuttu. İlki yazmaktı. 2.si de: Aldığı telif ücretiyle bakkaldaki içki borcunu kapatabilmekti. Caner, ‘Yeşilçam’ın yaşlanan emekçilerini unutma eğilimi’ne kahrediyor olabilir miydi?

Sinema yazarı Agah Özgüç’ün kayıtlarına göre arkadaşları, Hayri Caner’e emekli maaşı bağlanması için çok uğraştı. Ünlü film yapımcısı Hasan Karakaya, Caner ile aynı apartmanda komşuydu. Konunun üzerinde ısrarla durdu. Her seferinde aynı savunmayı duydu. ‘Ben emekli maaşı için kuyruğa girip bekleyemem!’ Sonunda düşüncesini değiştirdi. Çok mütevazı mütekait gelirine sahip oldu. Masraflarının küçük kısmını kapatabilmeyi sağladı. Bir ara, kaldığı dairenin bir odasını Mete adlı bankacıya kiraladı. Az da olsa ek kaynak temin etmeyi düşündü.

Caner, Cihangir’deki evinde - çoğunlukla! - yalnız kalırdı. Arada bir arkadaşları, komşuları ziyaretine gelir, hal hatır sorardı. Günlerce telefonunun çalmadığı olurdu. Duruma içlenir, kederlenirdi. Gazeteci Ümit Oğuztan, aktardığı hatırasında, Caner’in ruh hali yürek yaralayıcıydı: ‘Telefon fihristimi yırtıp attım. Hiç kimse telefonla falan aramıyor. Yeni defter aldım. Halimi soranların numaralarını yazmaya başlayacağım!’ 

3 Mayıs 1998’de, telefonlara cevap vermedi. Birkaç gündür de haber alınamıyordu. Çilingir çağrılıp evinin kapısı açtırıldı. Ünlü sinema insanı kendinden geçmişçesine yerde yatıyordu. Koma halindeydi. Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne kaldırıldı. ‘Aşırı alkol kullanımının sebebiyet verdiği sarılık ve siroz’ teşhisi konuldu. Yoğun bakımda 3 gün tedavi edilebildi. ‘Zayıf vücudu, hayat sevincini yitirmiş olması, ölümünü hızlandırdı!’ Gözlerini kapattığında 62 yaşındaydı. Hasköy Mezarlığı’nda toprağa verildi. Hayatının son aşamada 2 sinema kuruluşu SESAM ve SODER’in olumlu çabasını anmak/hatırlamak gerekliydi.

- Aşkına Karşılık Verilmeyince İntihara Kalkıştı… -

1998’de, ‘Strateji’ adlı haftalık dergide ‘Hayri Caner’in Not Defteri’nden adlı köşesinde sinema yazıları ve anılarını kaleme aldı. Derginin imtiyaz sahibi Turgut Büyükdağ’dı. Genel Yayın Yönetmeni ise Ümit Oğuztan’dı.

Strateji’de yazmaya başladığında yürümekte zorlanıyordu. Ayaklarından rahatsızdı. Son yazısını Çolpan İlhan’a ayıracağını söylüyordu. Başlığı da hazırdı: ‘Efsane Kadın’! İlhan’ın kocası Sadri Alışık’a hastalığı süresince gösterdiği yoğun ilgi, aşırı şefkat ve desteğin etkisinde kalmıştı.

Hayri Caner, ‘Yeşil Gözlü Melek’ adlı romanın da yazarıydı. Dost çevresindeki rivayete göre roman, Caner’in kalbini verdiği fakat karşılık göremediği sinema oyuncusu güzel kadını anlatıyordu. Aşkı öylesini derindi ki, reddedilmeyi kabullenemeyip intihara yatmıştı. 

Sinema dünyasındaki anılarının bir kısmını da ‘Yeşilçam Filmleri - Türkan Şoray’ın Kucağındaki Ölü Martı’ adlı eserinde topladı.

11 November 2021 18:24
2,117 kez okundu

Ali Hikmet İnce



Benzer Yazılar

Menekşe Gözlü Kadın

Fatma Girik ile Memduh Ün’ün ilişkisi salt aşk öyküsü değildi. Aynı zamanda mesleki dayanışma, hayata birlikte tutunma, bilgi/tecrübe aktarımıydı. Yarım asırdan fazla birbirlerini etkilediler. Girik’in ifadesine göre Memduh Ün, onun hayata bakışını değiştirdi/geliştirdi. Sinemayı, yaşamı, edebiyatı, müziği, kısaca kültürün pek çok boyutunu öğretmeye/aktarmaya çalıştı. Adeta üniversitesi oldu.

Yeşilçam’ın Taçsız Kralı

Ayhan Işık, Selanik’ten hicret eden bir ailenin çocuğu idi. Eğitimini zorluklar içinde tamamladı. DGSA’den mezun olup ressamlık yapacaktı. Kendisini Yeşilçam’da buldu. ‘Türk sinemasının ilk büyük starı’ diye tanındı. Beyazperdenin tarihine geçti.

Mezarımı Taştan Oyun!

Hüseyin Peyda, sinema tarihimize mendil ıslatan yerli melodramların öncüsü olarak geçti. ‘Söyleyin Anama Ağlamasın’ ve ‘Mezarımı Taştan Oyun’ ile rüştünü ispatladı. Milyonların sevgisini ve hayranlığını kazandı. 40 yıllık Yeşilçam serüveninde kendisini yenilemeyi, ayakta kalmayı bildi/başardı.

52 Nişan, 16 Nikâh Yapan Ünlü Kaleci

Beşiktaş’ta üne kavuşan kaleci Varol Ürkmez, futbol yaşamı boyunca olayların, şaşaalı hayat tarzının, şaşırtıcı sayıdaki aşkların adamıydı. Gazetecilerin en önemli haber kaynaklarındandı. Halkın, özellikle de futbolseverlerin sevgilisiydi. Sadece futbolcu değildi, sinema ve tiyatro sanatçısıydı, tepeden tırnağa şov insanıydı.

Küçük Cezve

Onu ‘Ah Güzel İstanbul’ filminde, ‘Ayşe’ kimliği ile tanıdık. İzmir’den kaçıp İstanbul’a gelen, ‘artist’ olmayı düşleyen toy kızdı. Adeta çaresizliğini haykırdığı, ‘Ben bir küçük cezveyim / Elden ele gezmeyim!’ şarkısıyla da akıllarımızda kalacaktı.

Bayan Yunus Emre

Ayla Algan, Türk tasavvufuna ve mutasavvıflara özel ilgi gösterdi. Felsefesini yürekten benimsediği Yunus Emre’yi tanıtmayı vazife bildi. Pek çok ülkede Yunus şiirlerinden oluşan besteleri okudu. Biricik kızının adını da - ulu ozandan ilhamla! - ‘Sevi’ koydu!

MİT’çi Aktör / I

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

MİT’çi Aktör / 2

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 1

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

Erkek Gibi Kadının ‘Çirkin Kral’ Aşkı

Bir gazete röportajında şöyle diyecekti: ‘Hayatım boyunca Yılmaz Güney gibi adam düşledim. Her arzu ettiğini alan, her istediğini koparan erkekle tanışmayı arzuladım.'

Demirel’den Kıraç’a Cumhurbaşkanlığı Önerisi

DYP (Doğru Yol Partisi) Genel Başkanı Süleyman Demirel; Koç Holding üst düzey yöneticisi Can Kıraç’ı telefonla aradı; partiye davet etti; Cumhurbaşkanlığı veya TBMM Başkanlığı için aday göstermeyi düşünüyordu.

Nagasaki’ye 'Şişman Adam' Sürprizi

Japonya; önce Hiroşima’ya ardından Nagasaki’ye bırakılan tarihin en ölümcül bombalardan sonra teslim şartlarını kabul etmişti.

Kahvesinde Garsonluk Yapan ‘Kötü Adam’

Erol Taş; Yeşilçam’ın en tanınmış karakter oyuncularındandı.

‘Çöpten Çıkan’ Tiyatro Oyunu

Fatma Nudiye Yalçı, erkek egemen dünyada hemcinslerinin sesi/öncüsü olmayı amaçladı. Türkiye’deki pek çok ilkin sahibiydi. Okudu, yazdı, eleştirdi ve en önemlisi de sorguladı. İdeallerinin peşinden yürüdü. Ömrünün beşte birini hapishanelerde geçirdi.

Küçük Cezve

Onu ‘Ah Güzel İstanbul’ filminde, ‘Ayşe’ kimliği ile tanıdık. İzmir’den kaçıp İstanbul’a gelen, ‘artist’ olmayı düşleyen toy kızdı. Adeta çaresizliğini haykırdığı, ‘Ben bir küçük cezveyim / Elden ele gezmeyim!’ şarkısıyla da akıllarımızda kalacaktı.

Bayan Yunus Emre

Ayla Algan, Türk tasavvufuna ve mutasavvıflara özel ilgi gösterdi. Felsefesini yürekten benimsediği Yunus Emre’yi tanıtmayı vazife bildi. Pek çok ülkede Yunus şiirlerinden oluşan besteleri okudu. Biricik kızının adını da - ulu ozandan ilhamla! - ‘Sevi’ koydu!

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

Kardeşini Zehirleten Padişah!

Fatih’in büyük oğlu Şehzade Bâyezid, babasının ardından tahta çıktı. Fakat atasının izinden gitmedi. Resim, heykel gibi güzel sanatlara uzak durdu. Hatta bazı dinî saiklarla yasak(lar) getirdi. Oysa şehzadeliğinde ‘hazcı anlayışı’ benimsemişti.

Kesilen Ayağı Çalınan Aktör

Ünlü aktörün ömrünün son yılları çile ve keder doluydu. Ağır sağlık sorunları ile boğuştu. Sol ayak parmakları kesildi. Sonra bacağını yitirdi. Tahmin(ler)e göre kendisinden nefret eden hayranı veya düşmanı, mezarı kazıp kefenlenmiş uzvu çalma cüretinde bulundu!

‘İyi Yürekli’ Kötü Adam

Erzurum’dan kağnı ile yola çıkıldı. Konya’ya sonra da Yalova’ya ulaşıldı. İstanbul’a varıldığında çuvallardaki eşyaların çoğu taşınmaktan/aşınmaktan kullanılmaz haldeydi. Bir ahşap konakta 2 oda kiralandı. Anne hem çalışacak, hem oğluna bakacaktı. Taş Ailesi, ekmeğini taştan çıkaracaktı!

‘Cami Yaptıran’ Reis-i Cumhur

İsmet İnönü, siyaset yaptığı yarım asırlık müddette, ‘Din Düşmanı’, ‘Cami Satıcısı’, ‘Alnı Seccadeye Varmayan’ gibi çok ağır ithamlara/suçlamalara maruz kaldı. İddia sahipleri kutsal dinimizden yarar/çıkar sağlayan, kendilerini keramet sahibi sanan/gören, daha da önemlisi Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadro/ideolojiye karşıt/düşman kişi(ler) ve çevrelerdi.

Yeşilçam’ın Kara Bahtlısı

Yeşilçam’ın uygun gördüğü ad ve soyadı hayat hikâyesine tıpa tıp uydu. Yaşamı hazin olaylar manzumesiydi. Ailesini genç yaşta kaybetti. Öyküsünü bilenlerin rivayetine göre 3 defa ‘âşık oldu’! Her seferinde de kavuşamadı. İlk gençliğini dolduran sıcacık, huzur dolu yuvanın - ilerleyen yıllarında! - hep hasretini çekti. Yüksek sinema kabiliyeti, gelişmiş edebi zevki ve doğaçlama müzisyenliği yeterince değerlendirilemedi. Bu dünyadan ‘Samuel Agop Uluçyan’, hepimizin aşina olduğu ismi ile ‘Sami Hazinses’ de geçti!

MOSSAD'ın Suikast Listesindeki Siyasetçi

Yaser Arafat, yaşamı boyunca MOSSAD’ın tehdidi altındaydı. Sayısız suikast girişiminden son anda/kıl payı kurtulabildi. Ama hayatını yitirdikten sonra ortaya çıkan hastane raporu ürperticiydi...

Kitapsız İlim, Tekçe'siz Film Olmaz

Ahmet Tarık Tekçe, Yeşilçam Sokağı’nda yaşadı, nefes aldı, sinema için terledi ve rızkını temine çalıştı. Bazı yapımcıların sömürüsüne karşın, hakkını isterken bile zorlandı. Paranın değil, beyaz perdenin cazibesine kapıldı.

‘Kanser’ Evita Perón’a Şifa Niyetine Mevlit

Ülkesinde gerçekleştirdiği reformlar ve halkına sağladığı sosyal imkânlarla sevildi. Kocası, Juan Perón’a verdiği destek ve darbecilere karşı gösterdiği direniş ile de insanının gönlünde taht kurdu. Eva Perón, dünyaca tanındı.

33’lük Tespih Gibi Tabanca Çeken Fedai

Yakup Cemil Bey, ‘korku’ kelimesini tanıma(z)dı. Düz mantık yürütürdü. Siyasetin ince oyunlarını, gülümserken ayak kaydıran tuzaklarını bilmezdi. Ölümü göze alır, istenileni/emredileni yapardı. Kontrolü müşküldü. Haksızlık(lar) karşısında susmaz, ya sesini yükseltir ya da - daha çok! - piştovunu konuştururdu.

Bebek Yüzlü Aktör

Tarık Akan, yarışmayı kazandıktan hemen sonra Yeşilçam’ın en yeni ve en aranılan ismiydi. Dönemin bütün ünlü kadın yıldızlarıyla filmlerde göründü. Genç kızların, güzel hanımların yüreklerini hoplattı. Kartpostalları hatıra defterlerini süsledi. Posterleri duvarlara asıldı. ‘Bebek yüzlü aktör’, bir anda Türkiye’nin sevgilisi oluverdi!

Zeki Müren’in Bilinmeyenleri

‘Sanat Güneşi’ diye de tanınan, ünlü TSM sanatçısı Zeki Müren, toplumun değer yargılarına azami saygı göstermeye çalıştı. İstanbul’da bir köyün okulunu, camisini, kütüphanesini ve yolunu yaptırdı. Hayırlarının kimse tarafından bilinmesini istemedi, reklâmını yapmadı. Görkemli/şaşaalı yaşadı fakat çoğu sırrını da yanında götürdü.

75 Cente Orijinal Hitler Tablosu

Bit pazarından 75 cente alınan suluboya tablonun, Adolf Hitler’e ait olduğu belirlendi.

Gökyüzünde Süzülen İlk Türk Kadın Pilot

Bedriye Tahir Gökmen Hanım, havacılığa gönül veren, pilotluk sevdası ile yanan binlerce Türk kızının örnek aldığı, arkasından yürüdüğü tarihî kişiydi. Kıt kanaat yaşantıya rıza gösterip, hayalini gerçekleştirmeye çalıştı. Zorlukları bir bir aştı, eğitimini başarıyla tamamladı ama brövesine kavuşamadı. ‘Solo uçuş yapan ilk Türk kadın pilot’ unvanını kazanmakla yetindi.

Arzu Okay’ın Dramı

Babası Adanalı bir taksi şoförü, annesi İzmirli bir ev hanımıydı.

Şöhret Sefaletin İkiz Kardeşi

Mesut Engin (58) kısa hayat yolculuğunda zirveyi de dibi de görüp, çaresizliği iliklerine kadar yaşadı.

Yakışıklı Acımasız

Sinema salonunda film seyrederken keşfedildi. Yakışıklı, atletik yapılı, uzun boyluydu. Kâşifini teşhisinde yanıltmadı. Her rolün altından başarı ile kalktı. ‘Döneminin en önemli erkek yüzlerindendi!’

Arzu Okay’ın Dramı

Babası Adanalı bir taksi şoförü, annesi İzmirli bir ev hanımıydı.

Şöhret Sefaletin İkiz Kardeşi

Mesut Engin (58) kısa hayat yolculuğunda zirveyi de dibi de görüp, çaresizliği iliklerine kadar yaşadı.

Sevdiğini Ölüm Döşeğinde Söyleyebildi

Ünlü aktrist Neriman Köksal, meşhur aktör İzzet Günay’a aşık olduğunu ölüm döşeğinde açıklayabilmiş.

Arzu Okay’ın Dramı

Babası Adanalı bir taksi şoförü, annesi İzmirli bir ev hanımıydı.

Şöhret Sefaletin İkiz Kardeşi

Mesut Engin (58) kısa hayat yolculuğunda zirveyi de dibi de görüp, çaresizliği iliklerine kadar yaşadı.

Hücreye Atılan Aktör

Akan, sıkı Atatürkçü idi. Büyük önderin fikirlerinin, eserlerinin, hatıralarının takipçisiydi. Mustafa Kemal Paşa’ya ait paltoyu olağanüstü dikkatle/özenle saklardı. Her 10 Kasım’da, sahibi olduğu ilkokulda öğrencilere, velilere ve öğretmenlere sergilerdi.

Her Filminde Başrol Oynayan Aktör

Ediz Hun, Yeşilçam’da, siyasette ve üniversitede disiplini, özeni ve dikkati ile tanındı. Çevre hassasiyeti ve doğa sevgisiyle bilindi. Her filminde başrolde oynayan tek aktördü. Heyecanını, yaşam sevincini, aile özenini hiç yitirmedi. Çevresine ve içinden çıktığı topluma örnek olmaya çalıştı.

Yıldız Yaratan Yapımcının İntiharı

Nevzat Pesen; sektör haline gelememiş acımasız Yeşilçam sinemasının ne ilk, ne de son kurbanıydı.

Fukara Babası Kemal Sunal

‘Türk Sineması’nın Şaban’ı aslında bir ‘fukara babası’ydı, ama ‘eli sıkı’ (!) bilinirdi…

Diğer Türk Sineması Yazıları

Yakışıklı Acımasız

Sinema salonunda film seyrederken keşfedildi. Yakışıklı, atletik yapılı, uzun boyluydu. Kâşifini teşhisinde yanıltmadı. Her rolün altından başarı ile kalktı. ‘Döneminin en önemli erkek yüzlerindendi!’

‘İyi Yürekli’ Kötü Adam

Erzurum’dan kağnı ile yola çıkıldı. Konya’ya sonra da Yalova’ya ulaşıldı. İstanbul’a varıldığında çuvallardaki eşyaların çoğu taşınmaktan/aşınmaktan kullanılmaz haldeydi. Bir ahşap konakta 2 oda kiralandı. Anne hem çalışacak, hem oğluna bakacaktı. Taş Ailesi, ekmeğini taştan çıkaracaktı!

Kesilen Ayağı Çalınan Aktör

Ünlü aktörün ömrünün son yılları çile ve keder doluydu. Ağır sağlık sorunları ile boğuştu. Sol ayak parmakları kesildi. Sonra bacağını yitirdi. Tahmin(ler)e göre kendisinden nefret eden hayranı veya düşmanı, mezarı kazıp kefenlenmiş uzvu çalma cüretinde bulundu!

Bayan Yunus Emre

Ayla Algan, Türk tasavvufuna ve mutasavvıflara özel ilgi gösterdi. Felsefesini yürekten benimsediği Yunus Emre’yi tanıtmayı vazife bildi. Pek çok ülkede Yunus şiirlerinden oluşan besteleri okudu. Biricik kızının adını da - ulu ozandan ilhamla! - ‘Sevi’ koydu!

MİT’çi Aktör / 2

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

Yeşilçam’ın Hanımağası / 2

Selda Alkor, Yeşilçam’da kabiliyeti ve gayreti sayesinde isim oldu. Kimseden torpil beklemedi. Kendisi için özel senaryo(lar) da yazılmadı. ‘Beyazperde’nin görünmeyen kanunlarına direnmesini/dik durmasını bildi. Hem sinemada, hem televizyonda yıldızlaştı!

Küçük Cezve

Onu ‘Ah Güzel İstanbul’ filminde, ‘Ayşe’ kimliği ile tanıdık. İzmir’den kaçıp İstanbul’a gelen, ‘artist’ olmayı düşleyen toy kızdı. Adeta çaresizliğini haykırdığı, ‘Ben bir küçük cezveyim / Elden ele gezmeyim!’ şarkısıyla da akıllarımızda kalacaktı.