Gâzi Paşa’nın Son Namazı

Ülkenin kurucu lideri/’banisi’ Mustafa Kemal Paşa, ölüm döşeğinde bile memleket meselelerine bigâne kalmadı. Tek hedefi: Türkiye’nin gelişmesi, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması ve uygar dünyada hak ettiği yeri almasıydı. Atatürk, ‘rehber edinilecek büyük Türk milliyetçisi ve vatan sevdalısı’ydı…

Gâzi Paşa’nın Son Namazı

Yatak odasının duvarında asılı duran takvim 8 Kasım 1938 Salı gününü gösteriyordu. Doktor Neşet Ömer İrdelp, karyolada kendinden geçmiş halde yatan hastasını muayene etmek istedi. Dilini çıkartmaya çalıştı. Yorgun hasta kendine gelir gibi oldu. Gözlerini belli belirsiz açtı. Çevresine dikkat kesilmeye çalıştı. Hangi günde bulunduklarını sordu. Sonra ‘Aleykümesselam!’ diyebildi. Yeniden derin uykusuna döndü. Bir daha da uyanmadı.

Mustafa Kemal Paşa’nın hastalığı ile ilgili ilk belirtiler 15 Kasım 1923 Perşembe günü fark edildi. Çankaya Köşkü’nde, eşi Latife Hanım’la akşam yemeğindeydi. Bütün vücudunu saran şiddetli ağrı, Reisi Cumhur Hazretleri’ni habersiz yakaladı. Doktor Refik Saydam’ın sofrada bulunması büyük şanstı. Saydam hemen ilk müdahaleyi gerçekleştirdi. Verdiği/getirttiği etkin ilaçlarla kısmi rahatlama sağladı. Stresten, sigaradan, içkiden ve kahveden uzak durmasını özellikle önerdi. Günde en fazla 10 sigara içmeliydi. İstirahat etmeliydi ve kendisine zaman ayırmalıydı!

- Devam Eden Şiddetli Ağrılar…

Ama devlet yönetiminden ayrı/uzak kalması düşünülemezdi. Aralık ayının sonuna doğru 2. dalga ağrı krizi kendini gösterdi. Mustafa Kemal Paşa, Latife Hanım’ın yoğun ısrarı - daha çok da zorlaması! - üzerine dinlenmek için İzmir’e gitti. 2 ay doğa ile baş başa yaşam sürdü. Doktorunun tavsiyelerine uydu: İçki, sigara ve kahveye yaklaşmadı. Eşi Latife Hanım’ın gözü hep üzerindeydi. Paşa, kendini topladı, - görünürde! - eski sıhhatine kavuştu.

Ankara’ya geri dönüş, zorunlu yoğun mesaiyi de getirdi. Mustafa Kemal Paşa, doktorlarının uyarılarına kulaklarını kapattı. Memleket meseleleri, kesif siyaset yine stresi ve aşırı yorgunluğu, hastalığı tetikledi. 22 Mayıs 1927 Pazar günü, şiddetli ağrı nöbeti Paşa’yı yatağında yakaladı. Özel doktoru Ömer Neşet Bey’in olağanüstü gayreti ve derin meslekî vukufiyeti sayesinde krizi atlatabildi/aşabildi. Paşa’nın yakın çevresi ve özellikle de Sağlık Bakanı Refik Saydam Bey çok tedirgindi. Yurt dışından uzman doktorlar getirilmesi kararlaştırıldı. Konu hassasiyetine binaen dar bir çevrede duyuldu. Uzmanlar, Gazi Paşa’yı inceden inceye muayene etti, teşhis koydu ve tedavi yöntemleri önerdi. İçki, sigara, kahve ve yoğun stresten kaçınması yine hatırlatıldı/önerildi.

- 1936’da Hastalığın Ciddi Belirtileri Ortaya Çıktı… - 

Kısa süreli iyileşmeler dışında, Mustafa Kemal Paşa’nın rutini değiş(e)medi. Ülke ve dünya sorunlarından ayrı kalması beklenemezdi. Böylesi istek, Paşa’nın doğasına da aykırıydı.

1936’ya gelindiğinde, hastalığın ağırlaşan/çok ciddi belirtileri iyice görülmeye başlandı. Gönüllü yakın korumasını üstlenen Kılıç Ali de yanındaki şahitlerdendi. Sporcu zindeliğine/hareketliliğine sahip, yerinde duramayan Atatürk gitmişti. Vücudunda halsizlik, baş ağrıları ve bazı hareketlerinde zorluklar görülür olmuştu. Sinirli, aşırı titiz ve sabırsızdı. Mavi gözlü, altın saçlı, eski Roma heykellerini andıran dinç ve yakışıklı adam dostlarının/sevdiklerinin gözleri önünde eriyordu. Saçlarında beyaz teller belirdi. Kartal bakışı keskinliğindeki gözlerinin feri kayboluyordu.

Ankara’dan İstanbul’a zorunlu geldi. Deniz havası, bol oksijen ve kısa seyahatler sağlığına yararlıydı. Yine doktorlarının tavsiyesi üzerine, siyasetten, - hususen de! - ülke sorunlarına mesafeli durmalıydı. Hasan Rıza Soyak’ın yazdıklarına bakılırsa, Mustafa Kemal Paşa boş kalamazdı. Enerjisini, tecrübesini ülkesi ve insanları için harcamalıydı. Soyak’a göre içkiye meyli daha da artmıştı. ‘Bunalıyordu. İstanbul dar geliyordu. Bir nevi mahpus hayatı yaşadığını düşünüyordu.’ ‘(…) Gündüzleri ekseriyetle yalnızım. Herkes işinde gücünde… Benim ise çoğu günler, bütün zamanımı değil, bir saatimi dahi dolduracak uğraşım yok!’ diye hayıflanıyordu.

- Prof. Dr. Noel Fissenger, Muayene İçin Davet Edildi… -

Yakın çevresine göre, Mustafa Kemal Paşa her gün biraz daha eriyordu. Samimi arkadaşları, hizmetine bakanlar, O’nun yüzünden eksik etmediği tebessümünü unutmuştu. Neşeli, moral veren, toleranslı Gazi Paşa gitmiş, yerine sinirli ve öfkeli adam gelmişti.

İstanbul’da önerilen ‘zorunlu’ istirahat de - beklenilen/umulan! - olumlu neticeyi vermedi.

1938’in ilk aylarında rahatsızlığının belirtileri çok belirginleşti. Halkının ‘Gazi Paşa’sı iştahsızdı ve halsizlik hissediyordu. Ayakta fazlaca duramıyordu, uzun yürüyüşler yapamıyordu. Vücudunun çeşitli yerlerinde kaşıntılar başlamıştı. Burun kanamaları kronikleşmişti ve zorlukla durdurulabiliyordu. 

Özel kür uygulamasına karar verildi ve Yalova’daki Termal tesisler önerildi. Dr. Nihat Reşat Belger, 22 Ocak 1938 Cumartesi günü, Termal Otel’de Atatürk’ü inceden inceye muayene etti. Karaciğer rahatsızlığı teşhisi koydu ve ‘siroz’a yakalandığını açıkladı. Hastalığın pençesinden kurtulabilmesi çok ciddi perhiz ve disiplinli ilaç kullanımıyla mümkündü. Önerileri tartışmasız yerine getiril(ebil)meliydi.

6 Mart 1938 Pazar günü, Çankaya Köşkü’nde, 5 doktor, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ü muayene etti. Önceki teşhisi yinelediler. Hükümet, yabancı uzmanlardan da tavsiye/görüş alınmasına karar verdi. Başbakan Celal Bayar’ın önerisiyle - Atatürk’ün de uygun görmesiyle! - Paris Tıp Fakültesi’nin ünlü iç hastalıkları mütehassısı Prof. Dr. Noel Fissenger, Ankara’ya davet olundu. Muazzez hastayı muayene edip teşhisini ve tedavi yöntemini bildirmesi istendi. Dr. Fissenger, hayranlık duyduğu lideri inceden inceye muayene etti. Tanısı önceki doktorlarınkilerle aynıydı. Çok sıkı diyet yapılacak ve yasaklara riayet edilecekti. Fransız profesör, aynı yıl içinde Atatürk’ü İstanbul’da 3 defa daha muayene etti.

- Ekim’de Gâzi Paşa’nın Sağlık Durumu Ağırlaştı… -

Gazi Paşa’nın hastalığı her geçen gün biraz daha ağırlaştı. Doktor Nihat Reşat Belgeler’in son muayenesinde vardığı sonuca göre, Atatürk ciğerlerinden de rahatsızdı. 

1938’in Ekim ayına gelindiğinde, Mustafa Kemal Paşa’nın durumu iyice ciddileşti. Türk halkı, kurtarıcısının durumunu an be an izliyordu. Hükümet, 17 Ekim 1938 Pazartesi’den itibaren Anadolu Ajansı vasıtasıyla sağlık haberlerini resmi tebliğler şeklinde yayınlamaya/duyurmaya başladı.

Atatürk, ölümünden 2 hafta önce komaya girdi. Hiç konuşmadı, sorulara cevap vermedi ve serumla beslendi. Bir ara gözlerini açıp çevresine bakındı. Yanı başında bekleyen kız kardeşi Makbule Atadan Hanım’ı gördü. Yine de konuş(a)madı. Makbule Hanım, ağabeyinin başından hiç ayrılmadı. Sürekli Kur’an-ı Kerim okudu. Yüce Yaradan’dan bir mucize bekledi.

10 Kasım 1938 Perşembe sabahı acı son gerçekleşti. Konsolun üzerindeki saat 09.05’i gösteriyordu. Mustafa Kemal Paşa, yatağında balmumu gibi sararmış vaziyette nefes almadan yatıyordu. Vatan, büyük evladını yitirmişti. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe ile Kılıç Ali şaşkın ve üzgündü. Hemen Atatürk’ün ellerine sarılıp öptüler. Son anına kadar yanından ayrılmayan doktorları Mehmet Kamil Berk Bey ile Akil Muhtar Bey’in hıçkırıkları duyuluyordu. 

- Çenesi İpek Mendille Bağlandı… -

Doktor Mim Kemal Bey, muhterem hastanın odasına girdi. Gazi Paşa’nın gözlerini kapattı. Mehmet Kamil Berk Bey, ipek mendille çenesini bağladı. Pansuman sargısıyla ayak parmaklarını birleştirdi. İstanbul Hıfzıssıhha Müzesi Müdürü Dr. Nuri Hakkı Aktansel, Atatürk’ün sağ eli ile yüzünün maskını aldı.

Dolmabahçe Sarayı’nda bayraklar yarıya indirildi. Öğleden önce Ankara ve İstanbul Radyoları’ndan vefat haberi duyuruldu. Hükümet kararı ile aynı gün, saat 11.15’den itibaren bayraklar yarıya çekildi; ülke çapında ‘millî yas’ ilan edildi. Bütün Türkiye üzgündü. Resmi daireler ve işyerleri kapatıldı.  

11 Kasım 1938’de, 9 tıp profesörünün imzasını taşıyan ölüm raporu yayınlandı: ‘8 Kasım 1938 Salı günü 2. büyük komaya giren muazzez ve büyük hasta, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı, saat dokuzu beş geçe terk-i hayat eylemiştir…’ 

Ölüm nedeni bilindiğinden otopsi yapılmasına gerek duyulmadığı belirtildi. 

Hükümetin ya da ailenin istemesi durumunda inceleme gerçekleştirilebilirdi. ‘Büyük önderin vücuduna hasar verilmek istenmedi.’

Yine 11 Kasım 1938 Cuma günü, TBMM olağanüstü gündemle toplandı. 1924 Anayasası’nın 34. maddesine göre, yeni cumhurbaşkanı gizli oyla seçilecekti. - Devlet yönetiminde devamlılık esastı. 1 numaralı makam boş bırakılamazdı. Seçim, cenaze töreninden sonraya da ertelenemezdi. - Malatya Milletvekili İsmet İnönü, 348 oyla Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanlığı’na getirildi. Yemin merasiminin ardından, İzmir Milletvekili Celal Bayar, Başbakanlık’a atandı. Yeni hükümeti kurmakla görevlendirildi.

- Hükümet, Gazi Paşa’nın Cenaze Töreni Programı Belirledi… -

Bakanlar Kurulu’nun 13 Kasım 1938 Pazar günkü ilk toplantısında, Atatürk’ün cenaze töreni programı ve geçici mezar yerinin belirlenmesi ele alındı. Gâzi’nin naaşının - geçici olarak! - Etnografya Müzesi’nde korunması/muhafaza edilmesi kararı benimsendi.

Bir gün sonra da, 14 Kasım 1938 Pazartesi günü, hükümet, ‘Atatürk’ün Cenaze Töreni İçin Yapılacak Sarfiyat Hakkında Kanun Tasarısı’nı TBMM’ye sundu. Layihada, muhterem Gâzi’nin naaşının Ankara’ya getirilmesi, başkentte cenaze töreni, merasime katılacak askeri birliklerin nakil ve barınma giderleri, yabancı konuklara harcamalar vb. gibi masraflara karşılık Ziraat Bankası Merkez Şubesi’nden 500 bin lira tutarında kredi istendi. 

Tasarı aynı oturumda kabul edildi ve kanunlaştı.

CHP Genel Sekreterliği, 15 Kasım 1938 Salı günü parti örgütlerine bir genelge gönderdi. Yapılacak işler, uyulacak kurallar 15 maddede sıralandı. Hangi çiçeklerin seçileceği, hangi heykellerin süsleneceği ve hangi marşların söyleneceği isim isim bildirildi. Konuşmaların genel teması dahi çizildi.

Cenazenin bozulmaması için günün tıbbi şartlarına uygun tahnit işlemi yapılmalıydı. Patolojik Anatomi Profesörü Lütfi Aksu - ki, kendisi Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nde görevliydi! - Dolmabahçe Sarayı’na gönderildi. Prof. Aksu, Gazi Paşa’nın cesedini tahnit etti. Vücut bütünlüğüne dokunulmadı, iç organları çıkarılmadı. Damardan formel solüsyon ve asit fenik enjekte edildi. Aksu, operasyondan artan eriyiği 2 küçük şişeye aktardı. Ağızlarını sıkıca kapattı, lehimletti ve etiketleyip üzerine isimlerini yazdı. Sonra da her 2 küçük ampulü cenazenin kollarının arasına koydu.

- Atatürk’ün Tabutu Gül Ağacından Yapıldı… -

Aziz Gâzi’nin naaşı, tahnit işlemi tamamlanınca İslâmi usullere uygun şekilde yıkandı. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Ord. Prof. Şerafettin Yaltkaya, gasilhanedeki işleme başından sonuna kadar nezaret etti.

Mustafa Kemal Paşa’nın cenazesi kurşun galvaniz karışımı tabuta yerleştirildi. Sonra gül ağacından imal edilmiş sandukaya alındı. En sonunda da üzerine Türk bayrağı serildi. 

Saygı ve sevgi ile hazırlanan tabut, Dolmabahçe Sarayı Merasim Salonu’nda katafalka konuldu. Üzeri çelenkler ve iri güllerle süslendi. CHP’nin 6 okunu temsil eden 6 meşale çevresine dizildi. Yüksek rütbeli 6 subay da sürekli nöbetteydi. 

Merasim 16 Kasım 1938 Çarşamba sabahından 19 Kasım 1938 Cumartesi ilk saatlerine kadar sürdü. Mustafa Kemal Paşa’nın cenazesi ziyarete açılınca, İstanbul sele döndü; Dolmabahçe Sarayı’na aktı. Sokaklar, caddeler dolup taştı, araç trafiği durdu. ‘İğne atılsa, yere düşmez’di. Aşırı izdiham yaşandı, ezilenler, yaralananlar görüldü. 

Gazete haberlerine göre, 11 kişi hayatını yitirdi, 40 kişi de çeşitli yerlerinden yaralandı. Atatürk’ün aziz naaşını 600 binden fazla yurttaşın ziyaret ettiği resmi kayıtlara geçti.

- Makbule Hanım’ın Israrcı Tavrı… -

19 Kasım 1938 Çarşamba sabahı Dolmabahçe Sarayı’ndaki ziyaretler sona erdi. Atatürk’ün cenazesi İstanbul’dan Ankara’ya iletilecekti. Ama ölümünün üzerinden 9 gün geçtiği halde cenaze namazı kılınmamıştı. Ağabeyini yalnız bırakmayan, hastalığı süresinde başucunda duran ve sürekli Kur’an okuyan Makbule Hanım, dinî vecibelerin yerine getirilmesinde ısrarcıydı. ‘İstanbul’da, tarihi bir camide, geniş halk katılımı ile sevgili ağabeyinin son namazının kılınmasını istiyordu.’ Cenaze, dinî törenin ardından Ankara’ya gönderilmeliydi. Dediğinin yapılmasını bekliyordu ve Gâzi’nin sandukasının yanından kıpırdamıyordu. Hatta bazen düşüncelerini yüksek sesle tekrarlıyordu.

Hükümet de bir cenaze töreni planlaması yapmıştı. Makbule Hanım’ın düşündüğünün aksine sade, az katılımcı ile deruhte edilmesi düşünülüyordu. Merasimi idare edecek ve her türlü güvenlik tedbirini alacak askeri birliklerin komutanlığına Orgeneral Fahrettin Altay Paşa, yardımcılığına da Orgeneral Cemil Cahit Toydemir Paşa getirildi. 

Fahrettin Paşa, - sonradan Millî Savunma Bakanlığı da yapacak! - Cemil Cahit Paşa’dan daha kıdemliydi. Ankara’yı sıkça arayıp programın ayrıntılarını öğrenmeye çalıştı. 17 Kasım 1938 Pazartesi günü, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ile görüştü. Çakmak Paşa, ‘Yarın Başvekil Celal Bayar Bey İstanbul’a gelecek, konuşur, gerekeni yaparsınız,’ mealinde cevap verdi. ‘Ama sade, kısa, öz ve gözlerden uzak tören iste(n)diği anlaşılıyordu.’ Tedbiri elden bırakma yanlısı değildi. Haklı sayılabilecek sebeplere sahipti: Dolmabahçe Sarayı’ndaki merasime katılan halkın kontrolünde zor anlar yaşanmıştı ve 11 kişi ezilerek hayatını yitirmişti. ‘Bir diğer göz önünde tutulması gereken beklenmedik gösteri(ler) idi.’ Altay Paşa, Atatürk’ün cenaze namazının İstanbul veya Ankara’da camide kılınmasından yanaydı. Etkin güvenlik tedbirleriyle herhangi bir olayın çıkmasını izin verilmezdi. Hem de, ‘Gelenek haline gelmiş bir dini vecibeden de vazgeçilmemiş olurdu’!

- Bayar, Cenaze Namazı’nın Dolmabahçe Sarayı’nda Kılınmasından Yanaydı… -

Başbakan Celal Bayar hazırlıklıydı. Anılarında yazdıklarına bakılırsa, ‘Cenaze namazının kılınması farz değil, farz-ı kifâye idi. Şartlara göre davranılabilirdi. Dolayısıyla camide değil, Dolmabahçe Sarayı’nda da İslâmî vecibe yerine getirilebilirdi. Hem emniyet sağlanır, hem de izdiham/karışıklık yaşanmazdı.’Gâzi Paşa’nın cenaze namazının detayına ilişkin bilgiler son derece sınırlıydı. İnanılır birkaç görgü şahidinin açıklamalarının/yazdıklarının dışındaki - yetersiz! - malumat da çelişkiliydi. Mesela günümüze kadar ulaş(tırıl)abilmiş fotoğraf yoktu. Törene katılan tek gazeteci, Anadolu Ajansı’nın muhabiri - sonradan tarihçi olarak isim yapacak! - Cemal Kutay’dı. Fahrettin Altay ve Celal Bayar’ın hatıralarında da anlatılanlar yetersizdi.

Bayar’ın beyanına göre, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi Bey’e konu iletilmişti. Börekçi, ‘belli sayıda cemaatin katılımıyla Dolmabahçe Sarayı’nda namaz eda edilebilir,’ şeklinde görüş belirtmişti. ‘Mustafa Kemal Atatürk gibi, vatan kurtaran/devlet kuran kahramanın namazı ülkenin her yerinde kılınabilirdi.’Börekçi’nin görüşü/fetvası benimsendi. Makbule Hanım da, hükümet de alınan kararı tatminkâr gördü. 

Bir rivayete göre de, hükümetin talimatı mevcuttu: ‘Merasim, gözlerden uzak, az cemaatle ve fazla bilgi verilmeden gerçekleştirilecekti. Resim dahi çekilmeyecekti.’ 

- Cenaze Namazını Prof. Şerafettin Yaltkaya Kıldırdı… -

19 Kasım 1938 sabahı, saat 08.10’da namaza başlandı. İmamlığı Prof. Dr. Şerafettin Yaltkaya yaptı. Tören boyunca kullanılan dil Türkçe’ydi. Törene ‘Allahu ekber’ yerine ‘Tanrı uludur’ denildi. Selam da, ‘Esselâmu aleykum’ değil de ‘Esenlik üzerinize olsun’ şeklindeydi. Tören 4 dakika sürdü. İlk rivayete göre, cemaat 11 kişiydi.

İkinci aktarıma göreyse, cenaze namazına saray personeli, sağlık görevlileri, yüksek rütbeli askerler, diyanet yetkilileri ve ‘Atatürk’ün İmamı’ diye de tanınan, hafız Binbaşı Yaşar Okur katıldı. Okur, müezzinlik yaptı. İmamete duran Prof. Yaltkaya’nın hemen arkasında saf tuttu. Davudi sesiyle namaza başlama çağrısında bulundu: ‘Allah için namaza / Meyyit için duaya / Uyun imama ey hâzirun,’ diye seslendi.

Makbule Hanım, eda edilen namazı, gözyaşları içinde, dilinde dualarla salonun bir köşesinde izledi. İbadetin Türkçe yapılmasına ses çıkarmadı.

Fahrettin Altay Paşa da, Mustafa Kemal Paşa’nın cenaze törenini anlattı. Altay Paşa’nın aktarımına göre, Dolmabahçe Sarayı’nın büyük salonunda toplanan cemaat kalabalıktı. Birkaç saf halinde, paşalar, subaylar, görevliler, saray idarecileri ve Atatürk’ün yakınları/akrabaları namaza durdu.

Anadolu Ajansı, 19 Kasım 1938 tarihinde bir tebliğ yayınladı. Verilen bilgiye göre Gâzi Hazretleri’nin son namazı kılınmıştı. Ailenin isteğine uygun özel merasim düzenlenmişti. Tekbirler Türkçe verilmişti. Dualar Türkçe okunmuştu. Namaz, İslam Tetkikleri Enstitüsü Direktörü Ordinaryüs Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılmıştı. En yakın silah arkadaşlarından 12 tümgeneral cenazenin başında toplanmıştı. Sanduka eller üzerinde kaldırılmıştı, vakur adımlarla top arabasının önüne getirilmişti.

- Cenaze Alayı Sarayburnu’na 4 Saatte Ulaşıldı… -

Tarihçi Enver Behnan Şapolyo’nun şehadetine göre, kız kardeşinin isteği üzerine Gâzi’nin cenaze namazı kılındı. Hafızlar tarafından Türkçe tekbirler getirildi. Muayede (Merasim) Salonu, güzel sesli hafızların nidalarıyla inledi. 

On iki generalin omuzlarındaki gül ağacından imal edilmiş tabut merdivenlerden ağır ağır indirildi. 3 çift siyah kadana atın koşulduğu top arabasına saygı ile yerleştirildi. Fahrettin Altay Paşa, atlas bayrağı sandukasının üzerine örttü. Saatler 08.30’u gösterirken Dolmabahçe Sarayı’nın iri, ağır, demir kapıları açıldı. 09.00’da cenaze alayı yürüyüşe geçti. Karaköy, Sirkeci, Gülhane Parkı geçilip Sarayburnu’na ulaşıldı. Yürüyüş, aşırı izdiham yüzünden 4 saat sürdü.

Atatürk’ün aziz naaşını taşıyan tren, 20 Kasım Pazar günü, saat 10.30’da Ankara Tren Garı’na ulaştı. Son görev için Gâzi’yi bekleyenler arasında, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, TBMM Başkanı Abdulhalik Renda, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, bakanlar, milletvekilleri, yüksek rütbeli subaylar ve mahşeri kalabalık vardı.

Türk bayrağına sarılmış tabut, - mimar Bruno Taut tarafından projelendirilen! - 2. Meclis’in önündeki katafalka konuldu. Tören, saat 12.10’da başladı. Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden gelen binlerce insan, Atatürk’e saygılarını iletti, aziz hatırasına dua etti. 

Ertesi gün, 21 Kasım 1938 Pazartesi günü, Devlet Töreni’ne geçildi. Merasime çok sayıda ülkenin temsilcileri ile 9’unun şeref kıtaları katıldı. Yunanistan da iştirak eden memleketlerin arasındaydı.

Top arabasına alınan bayrağa sarılı tabut, Etnografya Müzesi’ne getirildi ve giriş katındaki salonda hazırlanan katafalka yerleştirildi.

9 November 2020 20:00
1,432 kez okundu

Ali Hikmet İnce



Benzer Yazılar

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 1

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 2

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

‘Türk Kasabı’ Kuyucu Paşa / 2

Kuyucu Murat Paşa, hac vazifesini de yerine getirdi. Yemen Beylerbeyi iken, ‘Seyfullah’ - ‘Allah’ın Kılıcı’! - diye bilinen ünlü Arap komutan Hâlid bin Velîd’in palasını bulup satın aldı! Tarihçiler, ‘Giriştiği savaşlarda Velîd’in silahını kullandığını,’ yazacaktı!

‘Türk Kasabı’ Devşirme - 1

Kuyucu, 90’ına ulaşmış inatçı ihtiyardı. Devleti ve padişahı, her daim ‘nimet’ bildi. Aldığı em(irle)ri, harfiyen - hatta fazlası ile abartarak! - uyguladı. ‘Devşirme yönetimindeki’ Osmanlı’nın Anadolu’da katlanılmaz dereceye varan icraatına karşı durmaktan başka çaresi kalmayan kişilere ve kitlelere karşı, tarihte örneğine pek az rastlanan kanlı sindirme harekâtına girişti!

Kardeşini Zehirleten Padişah!

Fatih’in büyük oğlu Şehzade Bâyezid, babasının ardından tahta çıktı. Fakat atasının izinden gitmedi. Resim, heykel gibi güzel sanatlara uzak durdu. Hatta bazı dinî saiklarla yasak(lar) getirdi. Oysa şehzadeliğinde ‘hazcı anlayışı’ benimsemişti.

‘Cami Yaptıran’ Reis-i Cumhur

İsmet İnönü, siyaset yaptığı yarım asırlık müddette, ‘Din Düşmanı’, ‘Cami Satıcısı’, ‘Alnı Seccadeye Varmayan’ gibi çok ağır ithamlara/suçlamalara maruz kaldı. İddia sahipleri kutsal dinimizden yarar/çıkar sağlayan, kendilerini keramet sahibi sanan/gören, daha da önemlisi Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadro/ideolojiye karşıt/düşman kişi(ler) ve çevrelerdi.

Taliban’ın Kara Kutusu

Taliban, Afganistan’ın tamamında kontrolü sağlayıp iktidara geldi. Ülke insanına işbirliği/dayanışma çağrısında bulundu. Oysa 1996 - 2001 arasında tam bir ‘orta çağ idaresi’ uygulamıştı. Yokluklar içindeki ülke iyice yoksullaşmıştı. Çocuk ölümlerinde dünya rekoru yakalanmıştı. Kızların eğitim hakları ellerinden alınmıştı. Bütün eğitim kurumları medreseye çevrilmişti.

33’lük Tespih Gibi Tabanca Çeken Fedai

Yakup Cemil Bey, ‘korku’ kelimesini tanıma(z)dı. Düz mantık yürütürdü. Siyasetin ince oyunlarını, gülümserken ayak kaydıran tuzaklarını bilmezdi. Ölümü göze alır, istenileni/emredileni yapardı. Kontrolü müşküldü. Haksızlık(lar) karşısında susmaz, ya sesini yükseltir ya da - daha çok! - piştovunu konuştururdu.

Cüneyt Arkın: Bozkırda Yetişen Aktör

Sean Connery’den sonraki ‘ikinci James Bond’ bir Türk aktör olabilirdi.

Medine Kahramanı Fahrettin Paşa

Tarihimize ‘Medine Kahramanı’ diye yazılan, (Ömer) Fahrettin Türkkan Paşa, askerliğin yanında çok usta fotoğraf sanatçısıydı.

Yeşilçam’ın Hanımağası / 2

Selda Alkor, Yeşilçam’da kabiliyeti ve gayreti sayesinde isim oldu. Kimseden torpil beklemedi. Kendisi için özel senaryo(lar) da yazılmadı. ‘Beyazperde’nin görünmeyen kanunlarına direnmesini/dik durmasını bildi. Hem sinemada, hem televizyonda yıldızlaştı!

Yeşilçam’ın Hanımağası / I

Selda Alkor, Yeşilçam’da kabiliyeti ve gayreti sayesinde isim oldu. Kimseden torpil beklemedi. Kendisi için özel senaryo(lar) da yazılmadı. ‘Beyazperde’nin görünmeyen kanunlarına direnmesini/dik durmasını bildi. Hem sinemada, hem televizyonda yıldızlaştı!

Fatih’in ‘Çapkın’ Şehzadesi

Fatih’in 2. oğlu, Şehzade Mustafa, askerliğe yatkındı, şiir söylerdi. Yakışıklı, hareketli ve ‘hercaî’ idi. Saray’ın ve hareminin cinsi latiflerini kendine hayran ederdi. ‘Güzelleri yalnız bırakmayı sevmediği,’ kayıtlara geçildi. Bu yüzden de hayatını yitirecekti!’

‘Paşanın Güzel Karısına Göz Koyan’ Padişah

Çeyrek asırlık süreçte her gün ölüm korkusuyla yaşayan Şehzade İbrahim, tahta çıkınca hayattan kâm almaya girişti. Harem, - yakın çevresinin ve yağcılarının da yardımıyla! - güzel cariyelerle dolup taştı. Ama Padişah’ın gözü doymadı. Kendine methedilen evli hanımlara da el atmaya, gönül eğlendirmeye kalkıştı!

‘Cami Yaptıran’ Reis-i Cumhur

İsmet İnönü, siyaset yaptığı yarım asırlık müddette, ‘Din Düşmanı’, ‘Cami Satıcısı’, ‘Alnı Seccadeye Varmayan’ gibi çok ağır ithamlara/suçlamalara maruz kaldı. İddia sahipleri kutsal dinimizden yarar/çıkar sağlayan, kendilerini keramet sahibi sanan/gören, daha da önemlisi Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadro/ideolojiye karşıt/düşman kişi(ler) ve çevrelerdi.

4 Yaşında Dul Kalan Hanım Sultan

Sultan İbrahim ya da halk arasındaki lakabıyla ‘Deli İbrahim’, eğlenmeyi severdi. Anlık sorunlardan uzaklaşır, çevresiyle özellikle de güzel cariyeleriyle şakalaşırdı. Çocuklarını da çok küçük yaşlarda, - göstermelik dahi olsa! - evlendirip hem kendini, hem Dersaadet ahalisini mutlu etmeye çalıştı.

Musikimizin Son Muhteşem İncisi

İnci Çayırlı, Münir Nurettin Selçuk, Emin Ongan, Saadettin Kaynak gibi klasik musikimizin son döneminde yetişen geleneksel halkanın temsilcisiydi. Birikimini nefes aldığı sürece öğretmeye çalıştı.

Zeki Müren’in İlkleri

Zeki Müren; Türk Sanat Müziği’nde geleneksel yapıyı-anlayışı değiştirdi; pek çok yeniliğe imzasını attı.

Osmanlı'nın Rasputin'i Cinci Hoca

Cinci Hüseyin Hoca Efendi’nin nefesi kuvvetliydi. Sultan İbrahim’i okuyup üfledi; rahatlamasını, - kısmen! - hayata dönmesini sağladı. Emeli şöhrete kavuşmak, zenginleşmek, mal mülk sahibi olmaktı. Rüşvet almaktan çekinmedi; kesesini/testisini doldurdu. Devlet kadrolarını para karşılığı gayri ehil kişilere tahsis etti ve köşeyi döndü.

MİT’çi Aktör / I

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

MİT’çi Aktör / 2

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

Putin’in Türk Asıllı Metresi

Putin’in hayatına giren veya adı beraber anılan hanım(lar)ın yüzüne şans hep güldü. Kimisi gayrimenkul(ler)e ve servete kondu. Kimisi de politikaya girdi. Medya dünyasında patron koltuğuna oturdu. Devlet protokolünde ‘görünmeyen statü’ sahibi kesildi. Alina Kabaeva, şöhretli sporcuydu. Putin’le tanıştıktan sonra ününü, variyetini ve etkinliğini artırdı. Bayan Kabaeva, ‘son göz ağrısı’na, ‘Kış öncesi gelen - kısa süreli - aldatıcı yaz’a benzetildi. Güzelliği ile sadece Putin’in değil, bütün karşı cinsin ilgisini topladı. Sadece Rusya’da değil dünyada da stardı!

Öteki Putin / 2

Putin, dünya siyaset arenasına çıkınca, hemen fark edildi. Gizli servislerin, basının ilgi alanına girdi. Özel hayatı, çalışma şekli, yakın çevresi, ailesi ve hatta akrabaları tek tek değerlendirildi. Yazıldığı gibi Putin, ‘dünyanın en zengin adamları arasında’ mıydı? ‘Birbirinden güzel 2 hanımla birlikte olmuş’ ve ‘ailesinin kalabalıklaşmasını sağlamış’ mıydı?

MİT’çi Aktör / I

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

MİT’çi Aktör / 2

Avrupalı ve ABD’li ünlü yıldızlar gibi bol para kazandı. Geleceğini düşünmeden harcadı. Hovardaydı, güzel kızlara ve kadınlara düşkündü. Lüks yatında/karavanında misafir eder, ‘mirasyedi hayatı’ yaşardı. 8 kez nikâhlanıp boşandı. Sadece özel yaşantısıyla değil, filmleriyle de iz bıraktı, ‘gıpta’ ile izlendi!

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 1

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

Fatih’in ‘Çapkın’ Şehzadesi

Fatih’in 2. oğlu, Şehzade Mustafa, askerliğe yatkındı, şiir söylerdi. Yakışıklı, hareketli ve ‘hercaî’ idi. Saray’ın ve hareminin cinsi latiflerini kendine hayran ederdi. ‘Güzelleri yalnız bırakmayı sevmediği,’ kayıtlara geçildi. Bu yüzden de hayatını yitirecekti!’

Tahta Çıkınca ‘Sünnet Olan’ Padişah

I. Ahmet, 14 yaşında tahta oturdu. 14. Osmanlı padişahıydı. 14’ünde sünnet edildi. Saltanatı 14 yıl sürdü. Bazı müverrihlere göre 14 oğul babasıydı. İnşa ettirdiği caminin ‘Ahmediye Camii’nin - Sultan Ahmet Camii! - ilk tasarımında 14 şerefesi olduğu yazılacaktı. Sultan Ahmed-i Evvel’in hayatı ilgi çekici olaylar ve tezatlarla doluydu.

‘Cami Yaptıran’ Reis-i Cumhur

İsmet İnönü, siyaset yaptığı yarım asırlık müddette, ‘Din Düşmanı’, ‘Cami Satıcısı’, ‘Alnı Seccadeye Varmayan’ gibi çok ağır ithamlara/suçlamalara maruz kaldı. İddia sahipleri kutsal dinimizden yarar/çıkar sağlayan, kendilerini keramet sahibi sanan/gören, daha da önemlisi Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadro/ideolojiye karşıt/düşman kişi(ler) ve çevrelerdi.

Putin’in Türk Asıllı Metresi

Putin’in hayatına giren veya adı beraber anılan hanım(lar)ın yüzüne şans hep güldü. Kimisi gayrimenkul(ler)e ve servete kondu. Kimisi de politikaya girdi. Medya dünyasında patron koltuğuna oturdu. Devlet protokolünde ‘görünmeyen statü’ sahibi kesildi. Alina Kabaeva, şöhretli sporcuydu. Putin’le tanıştıktan sonra ününü, variyetini ve etkinliğini artırdı. Bayan Kabaeva, ‘son göz ağrısı’na, ‘Kış öncesi gelen - kısa süreli - aldatıcı yaz’a benzetildi. Güzelliği ile sadece Putin’in değil, bütün karşı cinsin ilgisini topladı. Sadece Rusya’da değil dünyada da stardı!

Kulağı ve Burnu Kesilen Padişah

Sultan 2. Osman, çocuk denilecek yaşta tahta çıktı. Devleti kendi bildiği gibi yönetmeye kalkıştı. Sert, tavizsiz, hayli acımasız idare kurmaya çalıştı. Bilhassa asker ve ulema ile uğraştı. Kendince reformlara girişti. Muhaliflerinin ve düşmanlarının sayısını artırdı. Tarihe, ‘askeri ihtilalde öldürülen ilk Osmanlı Sultanı,’ diye geçti.

Türkeş, MBK’den Nasıl Tasfiye Edildi?

Atatürk’ün manevi kızı Prof. Dr. Afet İnan’ın Ankara’nın Necatibey Caddesi’ndeki mütevazı evinde ‘14’ler’ tanımlamasıyla siyasi tarihimize geçen grubun kaderi çizildi. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, CHP Genel Sekreteri İsmail Rüştü Aksal ve MBK’nin 2 etkin üyesinin çok gizli toplantısında ülkenin yakın geleceğini etkileyecek önemli karar alındı.

Küçük Cezve

Onu ‘Ah Güzel İstanbul’ filminde, ‘Ayşe’ kimliği ile tanıdık. İzmir’den kaçıp İstanbul’a gelen, ‘artist’ olmayı düşleyen toy kızdı. Adeta çaresizliğini haykırdığı, ‘Ben bir küçük cezveyim / Elden ele gezmeyim!’ şarkısıyla da akıllarımızda kalacaktı.

Bayan Yunus Emre

Ayla Algan, Türk tasavvufuna ve mutasavvıflara özel ilgi gösterdi. Felsefesini yürekten benimsediği Yunus Emre’yi tanıtmayı vazife bildi. Pek çok ülkede Yunus şiirlerinden oluşan besteleri okudu. Biricik kızının adını da - ulu ozandan ilhamla! - ‘Sevi’ koydu!

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

Kardeşini Zehirleten Padişah!

Fatih’in büyük oğlu Şehzade Bâyezid, babasının ardından tahta çıktı. Fakat atasının izinden gitmedi. Resim, heykel gibi güzel sanatlara uzak durdu. Hatta bazı dinî saiklarla yasak(lar) getirdi. Oysa şehzadeliğinde ‘hazcı anlayışı’ benimsemişti.

Kulağı ve Burnu Kesilen Padişah

Sultan 2. Osman, çocuk denilecek yaşta tahta çıktı. Devleti kendi bildiği gibi yönetmeye kalkıştı. Sert, tavizsiz, hayli acımasız idare kurmaya çalıştı. Bilhassa asker ve ulema ile uğraştı. Kendince reformlara girişti. Muhaliflerinin ve düşmanlarının sayısını artırdı. Tarihe, ‘askeri ihtilalde öldürülen ilk Osmanlı Sultanı,’ diye geçti.

‘Türk Kasabı’ Kuyucu Paşa / 2

Kuyucu Murat Paşa, hac vazifesini de yerine getirdi. Yemen Beylerbeyi iken, ‘Seyfullah’ - ‘Allah’ın Kılıcı’! - diye bilinen ünlü Arap komutan Hâlid bin Velîd’in palasını bulup satın aldı! Tarihçiler, ‘Giriştiği savaşlarda Velîd’in silahını kullandığını,’ yazacaktı!

‘Türk Kasabı’ Devşirme - 1

Kuyucu, 90’ına ulaşmış inatçı ihtiyardı. Devleti ve padişahı, her daim ‘nimet’ bildi. Aldığı em(irle)ri, harfiyen - hatta fazlası ile abartarak! - uyguladı. ‘Devşirme yönetimindeki’ Osmanlı’nın Anadolu’da katlanılmaz dereceye varan icraatına karşı durmaktan başka çaresi kalmayan kişilere ve kitlelere karşı, tarihte örneğine pek az rastlanan kanlı sindirme harekâtına girişti!

Yeşilçam’ın Kara Bahtlısı

Yeşilçam’ın uygun gördüğü ad ve soyadı hayat hikâyesine tıpa tıp uydu. Yaşamı hazin olaylar manzumesiydi. Ailesini genç yaşta kaybetti. Öyküsünü bilenlerin rivayetine göre 3 defa ‘âşık oldu’! Her seferinde de kavuşamadı. İlk gençliğini dolduran sıcacık, huzur dolu yuvanın - ilerleyen yıllarında! - hep hasretini çekti. Yüksek sinema kabiliyeti, gelişmiş edebi zevki ve doğaçlama müzisyenliği yeterince değerlendirilemedi. Bu dünyadan ‘Samuel Agop Uluçyan’, hepimizin aşina olduğu ismi ile ‘Sami Hazinses’ de geçti!

Yalnız Hem De Çok Yalnız Adam

Yaşar Güvenir; 10 Ocak 1998’de, dünyamızdan kuyruklu bir yıldız gibi ayrıldı. Arkasında yaşanmış hatıralar ve yaşayacak onlarca beste ile…

Hayatı Durduran Ses: Hamiyet Yüceses

Hamiyet adı verilen, mavi gözlü ve sapsarı saçlı güzel kız, bir dönem Türkiye’de fırtına gibi esecek ve musikimizin nağmelerini güzel sesiyle taçlandıracaktı.

Çankaya Köşkü'nde Eşek Sütüyle Güzellik Banyosu

Prenses Süreyya, İran İmparatoriçesi sıfatı ile ülkemize - 1951 ve 1956’da! - iki resmi ziyarette bulundu. Büyük ilgi gördü, el üstünde tutuldu. Güzellik reçetesini de uygulamasına fırsat tanındı…

Darüşşafaka Bağışçısı Zübeyde Hanım

Bağışla ilgili vasiyetname; Darüşşafaka Cemiyeti’nin arşiv ve müzesinde yenileme/düzenleme yapılırken bulundu.

‘Türk Kasabı’ Kuyucu Paşa / 2

Kuyucu Murat Paşa, hac vazifesini de yerine getirdi. Yemen Beylerbeyi iken, ‘Seyfullah’ - ‘Allah’ın Kılıcı’! - diye bilinen ünlü Arap komutan Hâlid bin Velîd’in palasını bulup satın aldı! Tarihçiler, ‘Giriştiği savaşlarda Velîd’in silahını kullandığını,’ yazacaktı!

‘Türk Kasabı’ Devşirme - 1

Kuyucu, 90’ına ulaşmış inatçı ihtiyardı. Devleti ve padişahı, her daim ‘nimet’ bildi. Aldığı em(irle)ri, harfiyen - hatta fazlası ile abartarak! - uyguladı. ‘Devşirme yönetimindeki’ Osmanlı’nın Anadolu’da katlanılmaz dereceye varan icraatına karşı durmaktan başka çaresi kalmayan kişilere ve kitlelere karşı, tarihte örneğine pek az rastlanan kanlı sindirme harekâtına girişti!

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

Fatih’in ‘Çapkın’ Şehzadesi

Fatih’in 2. oğlu, Şehzade Mustafa, askerliğe yatkındı, şiir söylerdi. Yakışıklı, hareketli ve ‘hercaî’ idi. Saray’ın ve hareminin cinsi latiflerini kendine hayran ederdi. ‘Güzelleri yalnız bırakmayı sevmediği,’ kayıtlara geçildi. Bu yüzden de hayatını yitirecekti!’

‘Zânî!’ Maymunları İdam Ettiren Molla

Molla Abdülkerim Efendi, Sultan Murâd-ı Sâlis’in şehzadelik döneminde hocası, sonradan da saray imamı ve en güvendiği ‘akıldane’siydi. Padişah’a her dediğini yaptır(ır)dı. Rumeli Kazaskeri iken ününün/cesaretinin doruklarına tırmandı.

Cem Karaca’dan ‘Karabağ Şarkısı’

Cem Karaca, babası Mehmet Bey’in öğüdüne bağlı kaldı: ‘Bu toprakların ezgilerini söyledi!’ Türk Dünyası’na ilgisini hiç azaltmadı. Karabağ’ın işgalini telin etti! ‘Karabağ Şarkısı’nı besteledi. ‘Nerede Kalmıştık?’ adlı kasetinde yer verdi.

Adı Filistin Olan Sevda

Cem Karaca, ülke ve dünya sorunlarıyla yakından ilgilendi. Filistin’in ezilen halkına karşı özel alâka/sempati duydu. ‘Mutlaka Yavrum’ gibi bazı popüler parçalarını ithaf etti. Kamuoyunda farkındalık yaratmaya çalıştı.

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

Kardeşini Zehirleten Padişah!

Fatih’in büyük oğlu Şehzade Bâyezid, babasının ardından tahta çıktı. Fakat atasının izinden gitmedi. Resim, heykel gibi güzel sanatlara uzak durdu. Hatta bazı dinî saiklarla yasak(lar) getirdi. Oysa şehzadeliğinde ‘hazcı anlayışı’ benimsemişti.

Fatih’in ‘Çapkın’ Şehzadesi

Fatih’in 2. oğlu, Şehzade Mustafa, askerliğe yatkındı, şiir söylerdi. Yakışıklı, hareketli ve ‘hercaî’ idi. Saray’ın ve hareminin cinsi latiflerini kendine hayran ederdi. ‘Güzelleri yalnız bırakmayı sevmediği,’ kayıtlara geçildi. Bu yüzden de hayatını yitirecekti!’

Küçük Cezve

Onu ‘Ah Güzel İstanbul’ filminde, ‘Ayşe’ kimliği ile tanıdık. İzmir’den kaçıp İstanbul’a gelen, ‘artist’ olmayı düşleyen toy kızdı. Adeta çaresizliğini haykırdığı, ‘Ben bir küçük cezveyim / Elden ele gezmeyim!’ şarkısıyla da akıllarımızda kalacaktı.

Bayan Yunus Emre

Ayla Algan, Türk tasavvufuna ve mutasavvıflara özel ilgi gösterdi. Felsefesini yürekten benimsediği Yunus Emre’yi tanıtmayı vazife bildi. Pek çok ülkede Yunus şiirlerinden oluşan besteleri okudu. Biricik kızının adını da - ulu ozandan ilhamla! - ‘Sevi’ koydu!

Yeşilçam’ın Hanımağası / 2

Selda Alkor, Yeşilçam’da kabiliyeti ve gayreti sayesinde isim oldu. Kimseden torpil beklemedi. Kendisi için özel senaryo(lar) da yazılmadı. ‘Beyazperde’nin görünmeyen kanunlarına direnmesini/dik durmasını bildi. Hem sinemada, hem televizyonda yıldızlaştı!

Yeşilçam’ın Hanımağası / I

Selda Alkor, Yeşilçam’da kabiliyeti ve gayreti sayesinde isim oldu. Kimseden torpil beklemedi. Kendisi için özel senaryo(lar) da yazılmadı. ‘Beyazperde’nin görünmeyen kanunlarına direnmesini/dik durmasını bildi. Hem sinemada, hem televizyonda yıldızlaştı!

‘Kıbrıs’ı Veren’ 2. Abdülhamit

2. Abdülhamit’in saltanatının 2. yılında Osmanlı yok oluşun eşiğinden döndü. Tarih, ’93 Harbi’ gibi örneğine çok az rastlanır drama şahitlik etti. Ruslar, İstanbul’un tarihi surlarına kadar ulaştı. Her an şehri alabilir, her şeyi talan edebilir, binlerce insanı öldürebilirlerdi. Sultan şoka girdi, ne yapacağını bilemedi. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’ın önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ı vermesi karşılığında şahsının ve imparatorluğun hayatiyetini garantiye alabilecekti! ‘Denize düşen yılana sarılırdı!’

Diğer Türk Tarihi Yazıları

Dünyaya Doyamayan 160’lık Delikanlı / 2

Zaro Ağa, 130 yaşından sonra çok ünlendi fakat para kazamadı. Dünyayı dolaştı. Popüler isimlerle tanıştı, fotoğraf çektirdi. Reklam kampanyalarında etkin rol aldı. Kartpostalları/foto kartları yüz binlerce satıldı. Kısacası Ağa, ülkemizin ilk ‘uluslar arası medya ikonu’ydu!

Dünyaya Doyamayan 160’lık Delikanlı / 1

Bitlisli Zaro Ağa, ömrünün tamamına yakınını İstanbul’da geçirdi. Güçlü kuvvetli, tuttuğunu koparan adamdı. Ölünceye kadar sigara içmeyi sürdürdü. ‘Dünyanın En Uzun Yaşayan Adamı’ diye ünlendi. Otopsisinde 3 böbrekli olduğu ortaya çıktı.

Tahta Çıkınca ‘Sünnet Olan’ Padişah

I. Ahmet, 14 yaşında tahta oturdu. 14. Osmanlı padişahıydı. 14’ünde sünnet edildi. Saltanatı 14 yıl sürdü. Bazı müverrihlere göre 14 oğul babasıydı. İnşa ettirdiği caminin ‘Ahmediye Camii’nin - Sultan Ahmet Camii! - ilk tasarımında 14 şerefesi olduğu yazılacaktı. Sultan Ahmed-i Evvel’in hayatı ilgi çekici olaylar ve tezatlarla doluydu.

Osmanlı’nın Rum ‘Valide Sultanları’

Orhan Gâzi’nin birinci eşi ‘Holofira’ ya da ‘Nilüfer Hatun’, Osmanlı Hanedanı’na giren ilk ‘yabancı kökenli gelin’ti. Kroniklere/tarihçilere bakılırsa, oğullarının padişahlığını gören ‘ecnebi’ hanım sultanların sayısı 23 idi! Bazılarına göre, adet daha da fazlaydı!

Osmanlı’nın Tek ‘Kadın Padişahı’

Kösem Sultan, Osmanlı Hanedanı’nın tahta çıkan erkek üyelerinin çoğundan daha uzun süre hüküm sürdü. Devleti - tek başına! - 20 yılı aşkın idare etti. Bürokrasideki rakip/karşıt grupları/kanatları ustalıkla dengeledi. Ağzından çıkan her kelime ‘buyruk’/‘kanun’ kabul edildi. ‘Kadife eldiven içindeki çelik ele benzetildi!’

‘Kıbrıs’ı Veren’ 2. Abdülhamit

2. Abdülhamit’in saltanatının 2. yılında Osmanlı yok oluşun eşiğinden döndü. Tarih, ’93 Harbi’ gibi örneğine çok az rastlanır drama şahitlik etti. Ruslar, İstanbul’un tarihi surlarına kadar ulaştı. Her an şehri alabilir, her şeyi talan edebilir, binlerce insanı öldürebilirlerdi. Sultan şoka girdi, ne yapacağını bilemedi. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’ın önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ı vermesi karşılığında şahsının ve imparatorluğun hayatiyetini garantiye alabilecekti! ‘Denize düşen yılana sarılırdı!’

‘Padişah Oğlunu Boğduran’ Valide

Tarihçilerin ‘Rum asıllı!’ dedikleri Kösem Sultan, İslâm dinini benimsedi, Harem’de eğitildi/yetiştirildi. Osmanlı Devleti’ni 20 yılı aşkın süre yönetti. Sultanlığın, milletin, Sünni İslam dünyasının kaderinde birincil derecede söz/hak sahibi oldu.