Türk sinemasının ‘Çirkin Kralı’ Yılmaz Güney’in hayat hikâyesinin zenginliği/farklılığı bir dizi film yapmaya bile imkân veriyordu. Güney; inişli çıkışlı dünya serüveninde toplum sınırlarını zorladı; muhalifliğinin karşılığını da gördü. Sinema anlayışı/çizgisiyle, yaşam tarzıyla ekol yarattı.
Osmanlı’nın en büyük/meşhur hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman’ın ilk cenaze namazı Zigetvar Kalesi’nin karşısındaki muhteşem otağında; ikincisi Belgrad’da; üçüncü ve sonuncusu ise İstanbul’da kendi adını verdiği mabedin avlusundaki musalla taşında eda edildi.
Kendisiyle iç hesaplaşmalar yaşayan; geçmişte yaşadığı acılar ve gördüğü işkenceler yüzünden sessizliğe bürünmüş düşünce suçlularını canlandırdı. Hayatın ağırlığı altında yorulmuş entelektüel portreler çizdi.
Kısaca Akademi Ödülleri adıyla tanınan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi (Academy of Motion Picture Arts and Sciences) Ödülleri ilk defa 16 Mayıs 1929’da verildi.
2. Büyük Savaş sırasında dünyanın kaderini değiştirebilecek bilgilere ulaşan, Nazi Almanyası hesabına casusluk yapan İlyas (Elyasa) Bazna, Priştina doğumlu Osmanlı vatandaşıydı.
TKP (Türkiye Komünist Partisi)’nin ilk merkez komite başkanı Mustafa Suphi ve 14 arkadaşının öldürülmelerinin üzerindeki esrar perdesi az da olsa kalktı.
Yeni MGK üyesi Karaosmanoğlu’nun ‘güvenlik soruşturması’ yapılmalıydı. Öğrenciliğinden beri ‘sosyal demokrat’ kimliğiyle/duruşuyla ön plana çıkmıştı. Hatta bazı bilgilendirmelerde ‘Solcu!’ diye tanımlanmıştı.
Ünlü film yönetmeni Memduh Ün, sinemada olduğu kadar futbol sahalarında da becerisini göstermiş, Beşiktaş’ın futbol takımında ilk on bire girme başarısını yaşamış bir spor adamıydı.
Yusuf Nalkesen, ünlü şair/yazar Orhan Seyfi Orhon’a ait Veda Busesi adlı şiiri 1951’de besteledi. Veda Busesi’nin tanınması/söylenmesi için tam 10 yıl sabırla bekleyecekti.
ABD’li tercümanların yanlış/hatalı çevirisi yüzünden 2. Dünya Savaşı’nın kaderinin değiştiği, Japonya’ya atom bombaları atıldığı ve 250 bin sivilin yok yere hayatını yitirdiği ileri sürüldü.